27 Ağustos 2014 Çarşamba

L'Antico Castello... Ankara'da Italyan


Hep aynı yerlere gitmenin keyfini de yaşarım yaşamasına, selamlaşırız, konuşuruz personelle, yeni tatlar önerirler, ne sevdiğimizi az çok bilirler...
Ama bazen de değişik yerler denemek gerek...
Fuar dolu bir dönemi geride bırakınca ablamında ziyarete gelmesiyle Ankara'da fazla değil 3-4 aylık henüz yeni sayılabilecek İtalyan restoranında yer ayırttık... L'Antico Castello...
Mekan tanıdık Filistin caddesindeki eski Kitchenette'in yerine açıldı. 
Personel çok güleryüzlü, ilgili ve bilgili. Bize servis eden çok hoş ve güleryüzlü garsonumuz tüm gece boyunca yeni tatlar önererek bize enfes yemekler yedirdi.
Başlangıçları seçtikten hemen sonra taze ekmekler ve zeytinyağı masada yerini alıyor ve şarap açılıyor. Biz şarap için Suvla- Sur tercih ettik. Daha önce denememiştim, çok şey kaçırmışım, bayıldım...öyle tatlı bir aroması varki...
arkasından sipariş ettiğimiz başlangıçlar geldi; levrek carpaccio ve karidesli bir
salata... carpaccio severim, dana, ahtapot farketmez ama levrekte olduçga başarılıydı, tavsiye ederim... karidesli, kuşkonmazlı roka salatasına gelince, lezzetler harika bir uyum içinde, malzemeler tazecikti...
ana yemek seçeneği bol, ben Sarpla paylaşmalı, pizza napolitana margarita, cem kum midyeli ev yapımı makarna ve ablam ev yapımı yaz makarnasını seçti... 
hepsi birbirinden lezzetliydi...
tatlı olarak gelen tramisu, çikolata kaplaması olmasa daha lezzetli olabilirdi, bence gerçek italyandan çıkartmış tatlının görüntü ve lezzetini...
ortam harika, yemekler lezzetli, personel güleryüzlü daha ne istenir bir restorandan...
ama porsiyonlar küçük hele de makarnaların; mantık, italya mantığı, makarna ara sıcak büyüklüğünde. Ve fiyatlar ortalamanın üzerinde...
ben havalar soğumadan gidip arka bahçesinde harika bir ortamda aklımda kalan peynir tabağı eşliğinde şarap keyfini tekrarlayacağım, sizde kaçırmayın bu fırsatı...

14 Ağustos 2014 Perşembe

Ayvalık &Midilli ve tabii ki Molivos…




 
Son senelerde adet edindik… Önce yazlığa gidip oradan da komşu ada Midilli’ye geçiyoruz… Seviyoruz karşı komşumuzu… İnsanlar kibar, yemekler güzel, Avrupa’dasın ama değilsin...

Adaya geçmeden önce eski bir arkadaşımla buluşmak için biraz erken gittiğim Ayvalık’ta dolanmaya vaktim oldu, nasıl güzel ara sokaklar, mini mini kafeler, ahşap dükkânları ile yan yana bit pazarı, eski eşyalar…

Uzun zamandır gezmemişim Ayvalığın arka sokaklarını tamam dedim işte buymuş aradığım, tezgâhlar da ki enfes emaye sürahiler, topraktan tencereler…

Birde yorulunca ‘Cafe Caramel’de taze şeftali püreli, mis gibi sakız kokan muhallebi… Ben geç tanıştım, artık bırakmam, sizde deneyin, yanına da bir Türk kahvesi sipariş edin, fincanlara bayıldım ne hoş derseniz de hemen ücretini ödeyip paket yaptırın, kış aylarında Ayvalığın sıcağını içinizde hissedin…

Arife günü geldi çattı, tüm aile toplandı, sabah erken uyanıldı, pasaportlar son bir kontrol edildi ve yola çıkıldı…

Malum bayram tatili, minicik çıkış kapımızdaki kalabalık bildiğin havalimanı sırası, Allah’tan hızlı işliyor da çabucak geçtik. Unutmadan minik bir duty free bile açılmış, meraklısına duyurulur…

Turyol’dan memnunuz biz, her sene turyol’ dan alırız biletlerimizi, 15-20 dk gecikmeli kalkar ama kalkmadığı olmaz sağ-salim karşıdasınız…

Ada’da pasaport kontrolünden geçtikten hemen sonra kiraladığımız arabalarımızı aldık, bavulları yerleştirdik ve koştuk öğle yemeğine ‘Kalderimi’ ye… Kalderimi severek yemeklerini yediğimiz Midilli’nin içinde bulunan salaş ama güzel mezeler sunan bir restoran… mutlaka uğrayın, pişman olmazsınız… Benim favorilerim; kızarmış peynir ve kalamar ızgara…

Yemek yendi, kahveler içildi, koyulduk yola Molivos’a…

Molivos geçen sene çok sevdiğimiz, zaman sorunundan konaklayamadığımız Midilli merkeze yaklaşık 1,5 saat uzaklıkta bir yerleşim.

Kiraladığımız aparta benzer otel kalenin yanında, temiz, harika manzaralı bir oteldi. Odalara yerleşir yerleşmez Molivos’un keyfini çıkartmaya başladık…

Sahildeki Sunset cafe’nin önünden denize girdik, serinlemek için arada çıkıp bir şeyler içtik, Molivos’un içinde küçük bir plaj var; organised deniyor bunlara, şezlong ve şemsiye kiralanıyor ama restoranların önünden de az sayıdaki şezlongdan birine yerleşirseniz ücret ödemeden faydalanabilirsiniz.

Deniz harika… Ilık, temiz ve berrak… Daha ne isterim ki tatilden… Denizin içinden kafanızı kaldırın ve Molivos’un dağın tepesinden aşağıya uzanan taş evlerini, arasındaki küçük kiliseyi ve küçük balkonlu muhteşem pastanelerine el sallayın…

Molivos halkı sıcak, sabahları Kalimera diye bağırıyorlar ekmek almaya giderken, herkes birbirine gülümsüyor, ev sıcaklığı bu olsa gerek…

Ertesi gün değişik bir yer daha görelim dedik ve atladık arabalara… Eressos… Molivos’tan sadece 55km olsa da, virajlı yollar, yüksek dağlar, 1,5-2 saatte varmanızı sağlıyor Eressos’a. Eressos’un uzun bir plajı var, burası da organised dediklerinden, 2 şezlong,1 şemsiye ortalama 6-7 euroya kiralanabiliyor. Deniz harika mis gibi, Molivos’ta yaptığınız gibi, yemek yerken yanına buz gibi uzo ya da Mytos birası içerken arada serinlemek içinde restoran önü plajlarını kullanabilirsiniz. Biz akşam yemeğimizi kendi muhitimizde yiyelim dedik ve hava kararmadan Molivos’tayız…

Akşamüzeri kahvesi yudumlasak, yanına da manzara eşliğinde nutella’lı lokma alsak derseniz, Molivos meydan’da minicik balkonu olan, muhteşem manzaralı  pastane sizi bekliyor…

Midilli araştırmalarında hep gördüğümüz Skala Skamnia’ya da bu sefer yolumuzu düşürdük ve öyle iyi etmişiz ki. Sevimli mi sevimli bir balıkçı kasabası, her şey resim gibi. Deniz fenerinin olması gereken yerde minik bir kilise, kilise yanında 2 küçük restoran, karşısında 1-2 kafe. Yerel kişilerden aldığımız en güzel tavsiyelerden biride kilisenin hemen yanındaki restoranın deniz ürünlü makarnasının meşhur olduğunun söylenmesi, severseniz kaçırmayın. Hemen karşısında normal bir kafe gibi görünen Kavos kafe’nin arka bahçesi denize sıfır, huzur dolu ve lezzetli yoğurt tabaklarıyla ünlü. Kavos cafe’nin asıl sahibi olan ve arka bahçede sizi selamlayan koca papağına merhaba demeden dönmeyin.

Dönüş günü, Midilli meydanı tekrar gezildi, Kalderimi de son öğle yemeği yenildi, Barrio’da kahveler içildi, bol kahkahalı harika bir tatil daha geride kaldı… sırada diğerleri…

Yapmadan dönmeyin:

·         Molivos’ta konaklamadan

·         Kalderimi’de öğle yemeği yemeden

·         Skala Skamnia’yı görmeden

·         Sabahları yerel halka Kalimera demeden

·         Harika denizden Molivos kalesini selamlamadan

·         Molivos’ta limana inerken mutlaka tepedeki cafe’de buzlu frappe için
     

Şehir Notları:

·         Genelde kredi kartı geçmiyor yanınızda nakit götürün

·         Porsiyonlar büyük oluyor, 2. İstemeden 1.nin bitmesini bekleyin

·         Molivos bayramlarda kalabalık oluyor, önceden rezervasyonları tamamlayın

·         Liman’da ki zeytinyağı dükkanına uğrayın

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Londra...











Harikaaaa... Bir kelimeye bu kadar hakkını veren şehir azdır bence.
Londra yine bir fuar için gittiğimiz, daha ikinci gününde Londra'da tatil planları yaptığımız bir şehir...
Nesini mi sevdim, her şeyini... 
Baştan söyleyeyim,o soğuk İngilizleri ben hiç görmedim, tam tersi İngilizleri çok kibar ve cana yakın buldum,tabii kraliçeyi bilemem😊
Katıldığımız fuar şehir merkezine yaklaşık 1 saat uzaklıkta olduğundan bir arkadaş yardımıyla merkezde bulunan Victoria station'a yakın bir otelde odalarımızı ayırttık, harika seçim, 'Grosvenor Hotel' eski bir yapı olan bu otelin odaları hoş, tertemiz ve kahvaltısı çok güzel ama en güzel yanı istasyona açılan bir arka kapısı olmasıymış, bayıldık bu işe:))
Her zamanki gibi otele varır varmaz atıldı bavullar odaya, koyulduk yollara...

İstikamet sırasıyla 'Buckingham', 'Big Ben' ve Parlamento binası...
Şansımıza sıcacık bir hava içimizi ısıtırken aşık oldum ben bu şehre. Saray, saray işte dedirten cinsten ama tabii ki karşısında güzel mi güzel çiçek bahçeleri... Çok vakit kaybetmeden 'Green Park'tan hızlıca ördeklere, sincaplara bakıp koşa koşa 'Big Ben'e ulaştık, nasıl güzel bir manzara o, nasıl güzel binalar, nasıl kanlı canlı bir şehir burası... Her bina ayrı güzel, her kırmızı otobüs ayrı bir hava, her telefon klübesi ayrı bir 'Doctor Who' bölümü...
Ben önceden sevmişim şehri haberim yokmuş...
'London Eye' öyle ihtişamlı ki sanki tüm şehri gözetliyor, kolaçan ediyor...
Yavaş yavaş akşam olmaya başlayınca biz azıcık hızlanalım dedik ve yürüyerek 'Covent garden' da bulunan 'Apple Markt'a gittik, öyle güzel bir ortam ki; hani kulağınızda en sevdiğiniz şarkıyı dinlerken aklınıza sevdiğiniz bir film gelir ve gülümsersiniz ya, işte o filmden bir sahne gibi... yol boyu direklerde asılı çiçekler, sokaklarda bira içen işten çıkmış insanlar, bebek arabalarını iterken şakalaşan çiftler...hayatın tadını çıkartan, mutluluğu yanında arayan yaşamlar... 
Merak etmeyin uzaktan kısa bir süre izliyor sonra bu canlılık hemen sizi de içine çekiyor...

Ne yesek ne yesek derken rastladığımız ve toplamda Londra'da yirmiye yakın restoranı bulunan Jamie Oliver'ı seçmemiz Istanbul tecrübemizle aynıydı, eh işte! Zorda kalınırsa yenebilir...
Ertesi akşam davetli olarak gittiğimiz yine 'Covent Garden'da yer alan 'Sofra Restoran' ise katlar Jamie'yi benden söylemesi. Genel olarak Türk restoranlarına yurtdışında ön yargılı olan ben, son baktığımda parmaklarımı yalıyordum. O nasıl bir içli köfteydi...
Dönmemize 1 gün kalaya kadar 'Piccadilly Circus' Trafalgar Street' gezildi ve her bina tekrar tekrar beğenildi. Çok ismi geçer görmeden olmaz dedim ve bir son akşam koştur koştur 'Oxford Street'e gittim, ama hızlı adımlarla uzaklaştım, çok turistik, kalabalık ve bakmaya değer mağzalar yok, bizde daha güzeli daha kalitelisi var,inanının abartmıyorum...

Ama tabii her şehirde bir semt kendine bağlar ya insanı benimki kesinlikle Picadilly ama özellikle de 'Old Bond' caddesi:)) 
Son sabah Picadilly'yi gezerken Royal Academi'nin büyüsüne kapılıp, kraliçe alırda ben almam mı diyerek 'Fortnum&Mason'dan çayları paketleyip  'Old Bond' caddesinden yapılan alışveriş üstüne kahvemi de içtim ya, daha ne isterim Londra'dan...
eskik kalanları nasılsa tamamlarım dedim ve ayrıldım şehirden...

Henüz gitmediyseniz biletinizi hemen ayırtın derim ben...











 

Şehir notlarına gelince:

• nehir kenarında sokak şarkıcılarını dinleyin
• bir kitapçıya girip dolanın
• parka gidip boş boş sincaplara bakın
• bazen metro yerine taksi kullanın 3-4 kişiyseniz ucuza geliyor korkmayın
• karşıdan karşıya geçerken çok dikkat edin, yeşil ışıkta otobüsler asla yavaşlamıyor
• bahşiş hesaba eklenebiliyor, kredi kartıyla ödüyorsanız ve bozuk yoksa çekinmeyin
• Marks&Spencer orada kıyafetin yanı sıra marketler zinciri o yüzden kurabiye ya da çikolata için mutlaka uğrayın güzel metal kutularda harika tereyağlı kurabiyeleri var
• mutlaka Pub'lara takılın, 1-2 yeni bira deneyin
• fish&chips yemeden dönmeyin
• kırmızı telefon klubesinde kameralara gülümseyin
• mutlaka sevdiğinizi yanınıza alın, almassanız eksikliğini hissederseniz inanın...