27 Haziran 2014 Cuma

Versaille Sarayı ve tabiiki Paris...










Paris yazılarımın sayısını ben bile unuttum artık, her sene gider, aynı yerleri gider tekrar tekrar dolaşıp, aşık olup dönerim Paris'ten...

Beş gün Paris'teyiz fuar için ve pazar günümüz boş, ne yapalım dedik ve havanın güneşli olacağını öğrenince koşup Versaille biletlerimizi aldık...Ertesi gün kahvaltı sonrası Versaille.
Otelimize yakın olduğu için Sacre Coeur ziyaret edilmeden olmaz, 1-2 sokak şarkıcısı dinleyip, Montmarte'ın huzurlu sokaklarında gezinmeli, seramikçiye uğramalı ve şehre en tepeden ben geldim diye haber verilmeli...
Yatma vakti, daha sabah kalkıp Paris'in en sevdiğim yanı olan Croissantlı kahvaltısından yapılmalı...
 
 
 
Versaille sarayı tarihe birebir şahit olmuş, Marie Antoinette'in yaşamasıyla biz turistlere daha da cazibe merkezi haline gelmiş bir saray...

 
İlk gidişim değildi yıllar önce ablam lada gitmiştim ama zaman kısıtlıydı tüm günümü geçirememiştim.
Saray'a giriş ücreti, saray ve bahçe olarak ayrılıyor, ikisini birden alırsanız 25 euro, yok ben yatak, tablo, balo salonu istemem derseniz sadece bahçe 9 euro. Ama benim tavsiyem gitmişken bir sürü ihtişamlı balonun düzenlendiği ve önemli anlaşmalara kulak misafiri olan 'Aynalı Salon' uda görmeniz...
Biz kalabalık ve bahçeye ulaşmaya çalışmanın heyecanıyla hızlı bir saray turu yaptık ve işte karşımızda muhteşem bahçe...
Öyle güzel, öyle ihtişamlı ki... ben bahçe'de yaşasam saray sizin olsa dedirtecek tarzdan...
Bahçede dolaşmak, saatlerde minik gölün çevresinde uzanmak yada bizim yaptığımız gibi gölde sandal kiralamak mümkün, sandal kirası 30dk 12 euro civarı...
Çok yorulduk bir kahve molası dediğimiz sırada karşımıza çıkan Angelina cafe, Paris'in en eskilerinden, bunu kahvenin ve muhteşem macaronlarından test edebilirsiniz... 
Güneşlenme faslıda bittikten sonra, koşa koşa Marie Antoinette'in mülkü olarak anılan bahçenin diğer kısmına geçtik...
Bahçıvan'ın evi...
Yel değirmeni...
Ve aklınıza gelebilecek tüm köy evleri...
Öyle güzel ki...
Tüm günümüzü ayırdığımız Versaille sarayındaki gezimize son verip, otele dönmek için tren istasyonundaki bekleme sıramızı aldık...
Paris aynı Paris ama her geçen yıl daha da pis, çöpler sokaklarda, sigara izmaritleri her yerde... Birde evsizler bar tabii, hiçbir yerde görmediğim kadar çok, bazıları alkolden bazıları ise öyle belli ki yeni kaybetmiş varlığını karı koca yerlerde...
Paris'e gidip Fuxia'a da yemeden olmaz deriz hep, İtalyan mutfağı nede olsa sadece makarna, lazanya ve başlangıçlardan oluşan menüsüyle tam bize göre, kendi şarapları lezzetli ama asıl lezzet tatlılarında gizli...
Birçok şubesi olan Fuxia'yı size yakın olanını bulup deneyin bence.
Çok çalıştığımız bir günün ardından kocaman hamburger olsa da yesek dediğimizde yardımımıza ' foursquare ' koştu ve yakınınızda var hem de çok ünlü dedi...
'Big Fernand' isimli minicik hamburgecide yediğimiz hamburgerin hala tadı damağımda... Hele de o patates kızartması yok mu mutlaka denenmeli. Menü fiyatı 12-15 euro arası...

Paris gezimin sonrası malum, Disney shop'a gidip Sarp'a Mikey'li yada arabalı hediye bakılmalı, marketten şarap ve peynir alınmalı...
Alışveriş'te tamamsa güzel veda Laduree'de yapılıp, güllü macaron sipariş edip, noolursa olsun yine gelirim diyip sohbet noktalanmalı...
 

14 Haziran 2014 Cumartesi

yine yeniden Paris...

yarın sabah yine yeniden Paris....

Defalarca gittim Paris'e, nerdeyse her sene, tek sorun fuar zamanı minicik odaları olan otellere servet ödemek olsa da, yine yeniden her sene coşkuyla giderim...

yine croissant yerim, kahvemi içerim, vakit bulursam minicik masalarda oturup insanları izler, daha da uzun vaktim olursa açar kitabımı söyler şarabımı keyfime bakarım...

sokaklarını severim Paris'in, binalarını, hüznünü, coşkusunu... nehir kenarında ki kafeleri, çimenlere uzanan insanları hele de pazara rastlarsam, ev yapımı tatlıları...

iyi bilirim Paris'i, bıkmadan sokaklarda yürür, macaron gördüğüm her pastaneye girer, şarap butiklerinde bavula nasıl sığacağını düşünmeden bir sürü şarapla çıkarım...

bunlar yetmezmiş gibi birde bavulun her köşesine peynir sıkıştırır, hele de sevdiğim cevizli olanı bulursam yüzümde büyük bir sırıtışla dönerim...

tüm Avrupa'yı severim sevmesine ama Paris'i hissederim, sanki önceden yaşamışım da hala bir parçam ordaymış gibi...

5 Haziran 2014 Perşembe

İstanbul Kırmızısı... Ferzan Özpetek

Yolculuklar kadar yolculuğa çıkmadan önce aldığım her yeni kitabın heyecanını da severim...
gitsek ya artık havalimanına, alsam ya hemen kahve, başlasam okumaya...
Bugün yolum günü birlik İzmir'e düştü, eee yeni yolculuk, yeni kitap. Bende uzun zamandır alamadım dediğim bir Ferzan Özpetek kitabı olan İstanbul Kırmızısı'nı seçtim günün kitabı olarak.

Nasıl da iyi etmişim, uçakta başladım okumaya, İzmir'de bir kahve içtim ve bitti!
Öyle samimi, öyle içten geldi ki bana, sanki karşımda anlatıyormuş ta, kapağı kapatsam ayıp olacakmış gibi, sayfalar birbirini takip etti.
Bizim semtimiz, bizim kavgamız, bizim hislerimiz ve bir de yabancı ama çokta yabancı olmayan hayatlar...

Bana sorarsanız eğer hazır tatil sezonu da açılmışken hala okumadıysanız, yola çıkmadan bir kitapçıya uğrayın ve kısa ve samimi bir yol arkadaşı edinin...