26 Aralık 2013 Perşembe

ve yılın son haftası...

Yılın son haftası geldi çattı...

Radyoda Rod Stewart 'let it snow' derken bende şöyle bir göz attım 2013'e...

Hep geriye baktığımda iyileri, en iyileri hatırlarım ben, şimdi de öyle oldu zaten yüzümü güldürdü düşüncelerim, geçen sene yılbaşı akşamı Ayşe'nin dileklerimizi yazıp gökyüzüne fırlatmamız için verdiği balonları balkondan bırakırken ki itişmemizle başladı gülümsemem, fuar için İstanbul'da her arabalı vapura binmeden alıp denize bakarak içtiğim kahvenin kokusuyla, New York'a giderken ki heyecanımla, New York'ta alışveriş arası yemeği unuttuğumuzu hatırlayıp 21:00'de uykuya dalmamızla, Molivos 'taki araba yolcuğumuzla, bayramda hep yağmur yağan İstanbul'da le pain quotien'in taze çilekli tartıyla, Sarp'ımın ikinci harika doğum günü partisiyle ve Ankara'da Müge'yle bitmek tükenmek bilmeyen kahve molalarımızla devam etti gülümsemem.

Ve tabii ki bunların hepsindeki en büyük payı olan sebep hep sevdiklerimle, ailemle yaşamam herhalde...

Sadece bunları yaşamadım tabii, bir sürü şey geldi geçti, iyisiyle kötüsüyle yaşadım bu seneyi, güzel insanlarla paylaştım, her günümü doldurmaya çalıştım, çok gezdim, değişik yerlere gittim, bol bol kitap okudum, spor yaptım, fırsat buldukça kulaklık takıp radyoya takıldım...

Her anımın çok değerli, en değerlisi olduğunu düşünüp ona göre yaşadım...

Hep dua ettim, çok hem de çok dua ettim, ailem için, sevdiklerim için, ülkem için, açlar için, sokaktakiler için, yaşamları benimle olanlar için, ya da benden çok daha zor yaşayan herkes için...

Ve hep inandım, her şeyin güzel olacağına, hep mutlu olacağıma, sevdiğim herkesin iyi olacağına...

işte ben böyle geçirdim 2013'ü... unutmadan kutlamak istedim sizlerin de yeni yılınızı...
her şey istediğiniz gibi olsun...ve hatırlayın 2014 çok daha güzel anılarla dolu olacak :))

16 Aralık 2013 Pazartesi

Alışveriş Başlasın

Yılbaşı'nın en sevdiğim yanlarından biri de şüphesiz alışveriş yapmak, hediyeler almak, onları paketlemek ve sahiplerine vermek için beklemektir.

Her yılbaşı olduğu gibi bu sene de ailece kutlanacak yılbaşı akşamı için herkese küçük hediyeler almak adettir bizim ailede.

Giyim kuşam doğum gününde iyi gider, sen bize hayata keyif katanları öner diyenlerdenseniz eğer...
buyrun...

Kitap okumaktan zevk alan dostlarınıza 2013 içinde okuduğum ve eminim herkesin benim kadar zevk alacağı bir kitap,


Haruki Murakami- Sınırın Günedinde, Güneşin Batısında Fiyat: 14,00 tl



Akşamları mum ışında rahatlatıcı bir çay içip keyif yapanlara...
Boyner Evde - Lemograss mum Fiyat: 12,50 tl




Ben azıcık daha süslü birşeyler bakmıştım diyenlere...
Laura Ashley - Motifli Yastık Fiyat: 89,00 tl



Macaron severim, hem de en iyisinden diyenlere...

Laduree - Macaron Fiyat: adeti 6, 00 tl




ya da yılbaşı akşamı kıyafetini tamamlasın, ne zaman taksa beni hatırlasın diyenlere...

Bayanlili.com - Renkli Gümüş Kolye Fiyat: 67,00 tl



iyi alışverişler....




12 Aralık 2013 Perşembe

Van İçin Birşeyler Yap!!!

Sosyal projelere ilgim hep çok büyük olmuştur, kendince katılırım fırsat buldukça. Elimden ne gelirse yaparım, hele de çocuk ve yaşlılar için- kendine yardım edemeyip, birilerinden yardım bekleyeler için - kalbimi ve imkanlarımı hep açık tutarım.
Soğuk hava şartlarının da gelmesiyle çok daha fazla yardıma ihtiyaç duyan Van'daki çocuklarımızı biz unutmadık, Mügeyle elimizden gelen yardımla biz aşağıda gördüğünüz projeye katılıyoruz, lütfen siz de duyarlı olun ve elinizden geldiğince katılın...
Ben her gece oğlumun üstünü örtmek için uyandığımda, o çocukların da ısınmaya ihtiyaçları olduğunu hatırlıyorum...
Bir mont, bir kazak ya da bir bot...
Bu kış siz ikinciyi almadan, onların ilkini alın...

Lütfen Arayın

Öyle soğuk ki bugünlerde hava. Tüm Türkiye bir anda soğudu, Istanbul'da kar yağışı, Ankara'da -10 'larda gezen hava - her yer buzz.
Biz evlerimizde kat kat giyinip, sonuna kadar kombileri açsakta üşüyorsak hala biraz da evsizleri düşünelim, lütfen gördüğümüz yerde görmezden gelmeyip aşağıdaki numaraları arayalım ki sıcak bir yerlere yerleştirilsinler, donmaktan kurtulup, azıcık rahat edebilsinler...

10 Aralık 2013 Salı

İtalyan'mı doğsaymışım...


Pizza dedin mi akan sular durur bende, hele de yanında Chianti'yle.
Kabul, yemek yemeği severim hem de çok ama italyan yemeklerine özel bir ilgim vardır, incecik pizzalar,ev yapımı makarnalar, lezzetli zeytinyağında sunulan mis gibi domatesler ve tabii ki harika mozarella peynirli salatalar...
Bir de yemek sonrası için espressoyla gelen yanındaki minik biscottileri severim.
Maalesef Ankara'da çok fazla ev yapımı makarna yok, ama gelişiyoruz çünkü değişiyoruz, benim neslim yeni yerler, kaliteli yemekler arıyor bulamayınca da bir defa gidilen mekan 2. defa ziyaret edilmiyor, bundandır herhalde Kafes Fırın bugünlerde yeniliklerle çıkıyor karşımıza, bekli menude incecik margarita pizza olsa  çok daha fazla severdim onları ama o olmasa da en azından ev yapımı taze makarna eklenmiş menu'ye.
Bugün benim tercihim tavuklu Fettucini oldu, makarnanın kıvamı güzeldi, kremanın kıvamıda iyiydi ama maalesef tavuklar olmamış! küp küp kesmek bir tarz olabilir belki ama soslanıp kavrulmuşmuydu bilemedim fakat makarnayı yağlı hale getirmişti ve tabağım daki makarnanın hepsi bitemedi. Azıcık yağı az, tuzu biraz daha fazla olsa 'bellissimo' demek gelebilirdi belki içimden :)) 
Makarna, pizza tutturdunda istanbul'daki Jamies Italian'a hala gitmedin mi diyen sevgili dostlar inşallah onla ilgili 
ilk yazım da yılbaşı sonrasında...

6 Aralık 2013 Cuma

Ah Tunalı ah...

Ankara'da en çok yapılan şey herhalde arkadaşlarla buluşmak olsa gerek.
Soğuk Ankara günlerinde sıcacık sohbetler uzar da uzar...
Ama maalesef son zamanlarda nereye gitsek te kahve içsek sorusu öyle arttı ki.
Açılan mekanların çoğu kısa sürede kapanıyor hatta yerlerine birşeyler de açılmıyor.
Anca her iki adımda karşımıza çıkan bir alışveriş merkezine gidicez de kendimize bir yerler bulup, oturup kahve içicez. Tabii bu söylediğim Çankaya bölgesi için diğer yerleri pek bilmem.
Allah'tan Kafes ve Bigchefs devamda Çankaya bölgesinde azıcık renk var.
Bunun yanısıra Tunalı'daki düzgün markaların hepsinin gitmesine sadece karum bölgesinde Michael Kors,Laura Ashley, Beymen be Vakko'nun kalmasına ne demeli :))
Geneli ayakkabıcı ve gelinlikçi olan Tunalı'nın, İstanbul'un Kadıköy'üne benzemesi, eee burası Kadıköy olduysa Bağdat caddesi nerede dememe sebep oldu.

3 Aralık 2013 Salı

Kış geldiiii

Her zaman, her yerde söylerim kış mevsimini severim hatta olması gerekenden fazla severim.
Soğuk havada sıcacık evime dönmeyi, kar yağmasını heyecanla beklemeyi, yağdığı zamansa uzun uzun serretmeyi.

Belki çocukluğumda annemin kışın yaptığı sütlü kahvelerin, pazar günleri ailece izlenilen kovboy filmlerinin ya da ne biliyim o mutluluğun etkisi çok büyüktür kışı sevmemde.

Birde kışla birlikte yılbaşı yaklaşır ya hani, caddelerin ışıl ışıl olduğu, tüm sevdiklerimize hediye seçmelerin başladı ve daha da güzeli kışın yağan yağmurların ardından karlı günlerin yeni bir yıla tüm geçmişi temizlercesine yağması, tüm yaşananları geride bırakmasıdır ya o yüzden severim ben kışı, çünkü her yeni yıl bir öncekinden çok daha güzel günlerle gelir bana...

Benden size tavsiye her yeni yıl içi boş bir defter alın kendinize... nede olsa çok şey yaşanıcak, çok önemli notlar yazılacak o deftere...

Şimdiden mutlu yıllar herkese...





11 Kasım 2013 Pazartesi

Kahvaltı... Fırıncı Orhan

Nerdeyse her pazar sabahı dışarda kahvaltı etmemiz bir geleneğe dönüştü ve mekan seçimimiz genelde Kafes Fırın dışına çıkmasa da eski alışkanlık bazende Big chefs'le son bulur.
Ama bu pazar değişiklik olsun diye ev yakınlarındaki 'Fırıncı Orhan' da kahvaltı ettik...
Fırıncı Orhan benim arada uğrayıp Cibata ekmeği aldığım ve şarküteri alışverişine geri dönelim dediğim mekandır...
Ankara'da hızla çoğaldılar ama maalesef servis zor iş keşke bunu da hesaplasalarmış...
Kahvaltı tabağımın çok geç gelmesi ve gelenin de kirli olması sebebiyle geri gitmesiyle biraz geç başladı kahvaltım ama başlaması çoğu şeyi değiştirdi...
Peynirler inanılmaz lezzetli, simit harikaydı... Geri kalanlar eh işte her yerde bulurum cinsindedi.
Mekan küçük ama kalabalıktı ki Allahtan kötü servis lezzetli kahvaltıyı gölgelemedi ve afiyetle yedik tüm peynirleri...
Fiyatlar uygun ama bana sorarsanız gitmeden ufak işey atın ağzınıza maazallah çok beklerseniz, açlık başınıza vurmasın:))

Bana yine gidermisin derseniz, evet giderim, ama bu sefer söylerim böyle güzel birmekan, böyle lezzetli tatlar, hiç haketmiyor servis yüzünden eleştirilmeyi...

21 Ekim 2013 Pazartesi

Istanbul

17 Eylül'de yazmışım en son, sonra da boşlamışım blog yazılarımı dalmışım hayatıma...

Şimdi çabuk bir göz atmacayla anlatayım size yaptıklarımı, spora başlandı hemdee öyle kaytarmacalı değil özel hocayla birlikte disiplinli bir şekilde.

Bayram tatili için Istanbul planları yapıldı, oraya gidilecek şuraya gidilecek...

Gittik, geldik.

Bugün döndük Istanbul'dan listenin bir kısmını tamamladık mesela ilk New York'ta hamburgerlerini yediğim ama benim bayıldığım esas lezzetin patates kızartması olduğu Shake Shack taa İstinyepark'a kadar gidilip bulundu ve afiyetle yenildi:)) Ama şunu söylemek lazımki kesinlikle pahallı daha doğrusu şöyle olmuş Amerika fiyatlarını günlük kurla çarpmışlar çıkmış size Türkiye fiyatı, restoran desen değil McDonalds'tan bi kaç ayar üstte bir fast foodçu için 4 kişi 15 dk yemek yedikten sonra 105 Tl hesap veriyorsa pahallıdır benim için.

Shake Shack dışında gidilen Koşuyolu Rossario'da ailece bir yemek yendi ki pizzalar çok lezzetli, etler daha da lezzetli ve hatta kuru et tabağı daha da lezzetliydi :)) herşey çok güzeldi, mekan, yemekler...fiyatlar kesinlikle uygun değil hatta pahallı ama yemeklerin lezzeti gölgeledi hesabı:)) Tek sorun hazırsa bilmem ama espresso yanında gelen biscottilerdeki aroma eksikliği.

2 gün yağan şiddetli yağmurda genelde evde ya da Kozzy'de vakit geçirmem dışında hızlandırılmış bir cadde turuda yaptık ve Le Pain Quotidien'de kahve molası verdik, nerde görürsem girdiğim filtre kahvesine bayıldığım ve waffle'ından bir ısırık alınca kendimi Paris'te hissettiğim bir cafe'dir Le Pain Quotidien. Ortamını lezzetlerini, çalışanlarını herşeyini sevdim yine ve yine söylendim niye Ankara'da yok diye:((
Ankara'da niye yok demişken son akşam koşa koşa yoğurt yemeğe gittiğim Pinkberry'de hatrı kalmasın diye ziyaret edildi şeftalili dondurulmuş yoğurt üzerine bolca meyve mideye indirildi:)))

Tüm bunları sadece bir haftaya sıkıştırmışken 1 akraba ziyareti ve birde ailece Kadıköy gezmesi ekledim tatilime, Kadıköy'ü özlemişim, kaç yıl oldu gitmeyeli hatırlayamadım ama, vapura binmek için gitmem dışında vardır bi 10 yıl. Cıvıl cıvıl oluşu, atıştırmak için oturduğumu mekandaki midye tavanın tazeliği ve Sarp'ın sokak sanatçılarını serretmesi benim Kadıköy'ü unutmamalı, her seferinde zaman ayırmalı dememe sebep oldu.

Daha çok yer vardı gezmek istediğim, Karaköy'e gidicektim  yeni yerlerde yemek yiycektim,Taksim'e geçicektim havasını solucaktım, caddeye tekrar tekrar gidip boş boş cafelerde oturucaktım...

Dostlarla buluşucak, eski anıları canlandırıcaktım.

Yetmiyor İstanbul insana, gezdikçe gezesi, bi yandan tembellik edesi, bi yandan da bişeylere yetişmesi gerekiyor...


17 Eylül 2013 Salı

Teppenyaki Alaturka...

Kısa bir süre öne doğum yapan arkadaşımız ve eşinin bizi yemeğe davet etmesiyle yolumuz Tepenyaki Alaturk'aya düştü. Uzun zamadır Çukurambar da bulunan bu restoran nedense bende hiç merak uyandırmamıştı ki pişman da olmadım.
Mekan güzel sayılır ama bana göre fazla karışık. Menü desen öyle, ne arasanız var, gerçekten abartmıyorum,çekinmeyin sorun mutlaka çıkar bi yerlerden istediğiniz!
Servis hızlı ve çalışanlar güleryüzlü.
Gelelim yemeklere: çok severek yediğim tatlı ekşi soslu tavuk, o gece beni aç bıraktı desem ne demek istediğimi anlarsınız sanırım, Cem'in istediği dil balığı idare eder, arkadaşın istediği noodle ise annelerin pişirdiği çubuk makarnadan halliceydi.
Bu arada sanmayın ki herşey var menüde, hep isminden bahsediliyor, hep kalabalık falan diye fiyatları uygun, tam tersi fiyatlar yüksek hatta çok yüksek.
Ben memnun kalmadım ve bir daha gitmem, sevene de birşey demem ama benden duymuş olmayın Sushico'da noodle'ı, Sadoby'da dil balığını ve menüdeki herşeyi başka yerlerde daha iyisini yer ve verdiğiniz paraya da helal olsun dersiniz...
Yine de tek teşekkür arkadaşlarımıza...

13 Eylül 2013 Cuma

Sarp'ıma...

bugün oğlumun, oğlumuzun doğum günü...işte o yüzden yılda 1 defa bu yazı ona...


sevgi dolu gözleriye gözlerimizin içine bakan, hep paylaşmak için bir şeyleri olan, en ufak sevinci dünyanın en büyük mutluluğuymuş gibi tekrar ve yeniden yaşayan Sarp'ın doğum günü  bugün...
bügün kendi de biliyordu dünyaya geldiği gün olduğu, o yüzden tüm gün fazla daha da fazla güldü, daha da fazla güldürdü bizi...
hep gül bu hayatta, hep mutlu ol hayatında, ne yaparsan yap istediğin için, mutlu olmak için, huzurlu olmak için yap...
yıllar neşenden, gülümsemenden, gözündeki heyecandan hiç birşey alamasın, hep koru saflığını, umutlarını, her yeni güne uyandığındaki gülümsemeni...
hep koru içindeki sonsuz sevgiyi...
her zaman her yerde...
her ün söylüyorum ama işte yine söylüyorum; seni seviyorum, seni çok seviyoruz...

11 Ağustos 2013 Pazar

bebekle tatil mi... tam benlik...


Bir okuyucumun mailine cevaben... :)))

Kim demiş tatil bebekle zor diye...
Sarp doğduğundan beri gitmek istediğimiz hiçbir yere gitmemezlik yapmadık.Oktoberfest'le başladık, Prag'ta dolaştık,akşam yemeklerine çıktık, sabah kahvaltılarında uzun saatler geçirdik. Hersene Bozcaada'da kaldık,son olarakta 2 günlük Midilli tatillini geride bıraktık.

Zorluk hiç olmuyor desem olmaz tabii ama bebek var diye tatil iptal etmekte neymiş...iyi bir planlama, gerekli eşyaları çantalara doldurmayla bu iş tamam  başlasın keyifli tatiller...

Yapılması gereken en önemli şey doğru otel seçimi, otelde bebek yatağı olup olmaması, kahvaltı salonunda mama sandalyesi bulunması. Oda mutlaka klimalı olmalı ki soğukta ısıtmak,sıcakta soğutmak mümkün olsun.
Dünyanın heryerinde ( eğer yurtdışındaysanız) marketlerde hazır mamaları bulmak mümkün, geçen sene Münih ve Prag'ta bizden çok daha lezzetli Hipp mamalardan yemiş, meyveli yoğurtları mideye indirmiş,harika organik elma suları içmişti Sarp.
Artık kavanoz maması yeme zamanları çok geride kaldığı için, çantada herzaman bisküvi bulunması yeterli oluyor.Hiçbişey yemezse şehrin en iyi pizzacısını bulup margarita istemekte günü kurtarıyor.
Ya da tam dolaşırken acıkırsa yemeklerde uygun değilse yoğurtta yardımıma koşuyor.

Hazırlanırken çantaya mutlaka atılması gereken,güneş kremi,ateş düşürücü şurup ve böcek ilacı da gün içinde telaşmadan dolaşmaya hiççç kaygılanmamaya neden oluyor:)

Otel seçimini iyi yaptıysanız bebek odada uyurken onu yanınıza aldığınız cameradan ya da babyphone'dan izlemeniz de onun mışıl mışıl uyumasına sizinde aşağıda bahçede ya da minik cafelerde bolca keyif yapmanıza yardım eder... 

İnanın bana koşullar tamamsa, siz hazırsanız tatile, bebeğiniz daha da hazırdır tatile ve bol gülücüklü bir tatil sizi bekler:)))

8 Ağustos 2013 Perşembe

Lesvos Rehberi;Midilli-Petra-Molivos




































Bu sene kime sorsam Midilli’de, Samos’ta ya da bayrama Rodos hazırlığında…

Bizde katılalım bu furyaya dedik ve 2 gecelik ailece Midilli kaçamağı ayarladık…

Midilli’ye Ayvalıktan feribotla 1 saat 20 dakika da ulaşım var, Turyol ve Jale arasından biz Turyol’u  seçip önceden biletlerimizi aldık. Kişi başı ücreti gidiş-geliş 30 euro olan biletler internetten de alınabiliyor. Ada’ya vize gerekli(yeşil pasaportlulara 2010 yılı sonunda vize kalktı),önceden elçilikten alınabileceği gibi feribot şirketlerinden ya da koşullar gerçekleştirilip kapıdan da 55 euro karşılığında kaç gün konaklama yapacaksanız vize alınabiliyor, benim tavsiyem gitmeden alın belli mi olur uzun süreli, çok girişli alıp diğer adalara da yolunuzu düşürürsünüz. Çıkış harcı olan 15tl’ninde önceden ödenmesi sıra beklememenizi sağlar.

Midili’de kalınacak yer seçenekleri oldukça fazla merkezde kalınabildiği gibi adanın kuzey ya da güney kesimlerinde de konaklamak mümkün. İlk gidişimizde uzaklaşmayalım dedik ve merkeze oldukça yakın olan Pyrgos Hotel’de karar kıldık. Otel 1912’de inşa edilmiş yüksek tavanlı odaları, sıcak kanlı çalışanları ve yeterli güzellikteki kahvaltısı ile adanın öne çıkanlarından. Midilli’de oda fiyatları iki kişi için 45-90 euro arasında kahvaltı dahil olarak konaklama seçenekleri bulunabileceği için bizim otel fiyat açısından biraz yüksekti, oda fiyatı 80-85 euro gibi.

Pasaport kontrolünden hızlıca geçip feribottaki yerlerimizi aldıktan sadece 45 dk sonra Lesvos karşımızda belirdi. Yavaş yavaş tatil havasına girmemizle gidilecek yerler ve adanın ün salmış yemeklerinden konuşmaya başlamıştık.

Otele gitmek için taksi kullanılabilir ya da çantanız küçükse yürüyebilirsiniz ama  sıcakta tavsiye etmem çünkü taksi sadece 4-5 euro tutuyor.

Otele vardığımızda otel görevlisi Katerina bizi buz gibi su ve lezzetli ayva reçelleriyle karşılayıp odalarımızı gösterdi, odalar eski fakat temiz ve büyüktü.

Odalara yerleştikten sonra ilk iş yemek için Kalderimi’yi bulmaktı…

Kalderimi ,Midilli denince herkesin ortak önerdiği adanın en bilinenlerinden. Türkçe’de ‘kaldırım’ anlamına gelen Kalderimi’de öyle çok denenmesi gereken meze var ki hangisinden başlasak neyi sipariş etsek bilemedik ve bir an için tüm menüyü getir demek geldi içimizden.

Tavsiye etmeye gelince her şeyi güzeldi demek kimseye yetmeyeceği için benim favorilerim, peynir kızartma, kabak çiçeği kızartması, kalamar tava, patlıcan kızartma, şarap soslu ahtapot(favorim değil ama denenebilir), yunan salata ve ev yapımı patates kızartması bunlara ek masaya gelen kabak çiçeği dolma da yenilebilir güzellikteydi. Tüm bunların yanında gelsin uzolar gitsin kolalarla birlikte ve bazı mezelerin çifter kere gidip gelmesiyle 7 kişi 82 euro hesap, üstüne de ikram olarak tatlı ve incir geldi. Harikaydı J

Yemek sonrası adada Pazar gününün tatil olması nedeniyle nasılsa her yer tatil gidip biraz yüzelim dedik ve en yakın plaj olan kalenin yanındaki halk plajına gittik, giriş ücreti 2 euro, her yerde şezlonglar ve şemsiyeler var… Bulduğunuz bir tanesinin altına kurulup berrak suyun altında parlayan taşları izleyebilirsiniz. Unutmadan hatırlatayım deniz ve kenarı taşlı olduğundan deniz ayakkabınızı unutmayın.

Soğuk suda serinledikten sonra şehir meydanını biraz gezelim birde araba bakalım dedik ve meydana doğru ilerledik. Meydanda ufak bir ara sokakta  ‘Barrio’  ismindeki cafede mola verip ‘Yunan kahvesi-greek cafe’(Türk kahvesinden nerdeyse farkı olmayan, biraz daha aromalı  bu kahve için şunu söyleyebilirim bizim çoğu yerden daha iyi pişiriyorlar) sipariş etmek ve yanında ikram edilen harika incir reçelini yemek adaya olan sevgimi biraz daha arttırdı. Kafe’nin çalışanlarının sevimli olması ve fiyatlarının uygunluğu tekrar görüşmek üzere dedirtti ayrılırken.
 Bir kısmımız kahve içerken grubun diğer kısmı ertesi gün için araç kiralama işlerini halletmeye koyuldu. Araç fiyatları küçük bir araç 35 eurodan başlıyor ancak önceden ayırtmadıysanız bulmanız olduk zorlaşıyor. Neyse ki biz şanslıydık J

Akşam yemeği için başka bir tavsiye’ye uyduk ve merkezin biraz dışında kale hizasında bulunan ‘Refenes’e gittik. Refenes’te adanın tümünde bulunan yunan restoranları gibi sade döşenmiş bir taverna. Mezelerin yanında balıkları da önerilen bu restoranda ister porsiyonla isterseniz de kiloyla balık ya da karides gibi kabukluları alabiyorsunuz. Barbunun kilosu 45, karides 40 euro. Yine 2-3 çeşit meze, 2 şişe uzo,1 kilo barbun, 1 porsiyon sardalye,kolalar ve salata 7 kişi 85 euro hesap, ortalamayı tutturduk mu ne J Sardalye ve barbun şiddetle tavsiye edilir. Peynir kızartma olmamış.

Ertesi günün planı için haritalar açıldı, blog yazıları yüksek sesle okunmaya başlandı, 2 seçenek var adanın kuzeyi ya da güneyi. İkisinde de görmek istediğimiz yerler, yemek istediğimiz yemekler var ama çoğunluk kuzeyden yana. Güzergah belirlendi; Kalloni- Petra-Molivos ve Madamados…

Kahvaltı sonrası hızlı bir hazırlanma ve yola koyulmaca…

Kalloni’de pek bir şey yok, gitmeseniz de olur…

Geldik Petra tabelasının altına; yolun solunda bir plaj ve yanında plaj bar, yolun sağında küçük küçük pansiyonlar, sorduk birine burası mı diye evet dedilerJ

Burada plaja giriş ücretsiz, su harika, şezlonglar ve şemsiyeler gayet rahat. Önce smootiler, frappe’ler içildi sonra denize girildi. Çıkınca koca bir meyve salatası 3,5 euroya mideye indirildi.

Petra’daki pansiyonlar her bütçeye fazlasıyla hitap ediyor. 20 euro karşılığında 2 kişilik deniz kenarında temiz apartlar bulunabildiği gibi, dağ tepelerinde 80-90 euroluk havuzlu otellerde mevcut. Yaz tatilinin uygun fiyatlısı şaşırtıcı!!!

Molivos’a girer girmez dağ üzerine kurulmuş güzel güzel evler aşağı bakıldığında ise inci gibi parlayan deniz dikkat çekiyor. Deniz kenarında yemek yemek için iyi bir tercih olan ‘Triana Cafe-Restoran’da mutlaka ahtapot ve sardalya ızgara ve midye sote yemenizi tavsiye ederim,diğer mezeler lezzetli fakat Kalderimi’nin eline su dökemez. Denemeden dönmeyelim dediğimiz adanın meşhur patlıcan musakkası da yenilebilir. Bilumum mezeler ve tabi ki uzo ve kolalar eşliğinde hesap yine 85 euro Restoranda otururken aşağı inip mis gibi denizde serinleyebilir tekrar yemeye devam edebilirsiniz, bu fırsatı kaçırmayın derim ben. Molivos’ta sokak aralarında dolanmak keyifli olsa da mola vermek daha cazip geldi ve aşağı bakıp gönlümüzü fetheden Congas’a girdik.‘Congas- beach bar’da harika kokteyler içip, bir denize inip bir içki yudumlamak mümkün. Kokteyl fiyatları ortalama 7,5- 10 euro arası. Yemek çeşitleri ya da dondurma keyfi yaşamakta mümkün. 


Tüm günümüzü Congas’ta geçirebilecek rahatlığa ulaşmışken Madamados’a yetişmeliyiz dedik ve yola çıktık. Madamados’ta tepede bulunan Taxiarchis Kilises’si  mutlaka görülmesi gereken, inananların dilek dilemesi ve azıcık midesinde yer olanlarında Ballı yoğurdun tadına bakması gereken bir yer. Kilise’nin efsanesi’ ni merak edenlere: Yedi pilot bu bölgede düşüyor ve 7side kurtuluyor farklı zamanlarda bir tüle sarılıp indiklerini söylüyorlar,taxiarchis’in göklerin kurtarıcı meleği olduğu söyleniyor.Ayrıca bu kilisede dilenen dilekler gerçek oluyormuş’. Bu arada resim çekmek yasak.

Geri dönüş yoluna gelmişken yol kenarlarında gördüğünüz minik şapellerin anlamının, yollar çok virajlı ve dar olduğu için kazalarda hayatlarını kaybetmiş yakınları için yapıldığını ve bazılarının içlerinde fotoğraflarının bulunduğunu eklemeden edemeyeceğim. İçiniz burkularak’ ne kadar da çok‘ dedirtiyor insana…

Midilliye geri dönüp arabayı teslim ettikten sonra bizim sevip buluşma noktası haline getirdiğimiz ‘Barrio’da kahveler içildi ardından çok yakındaki yoğurtçuda frozen yoğurtlar yenildi, uzo alışverişi yapıldı ve 2 gün yetmezmiş keşke daha uzun kalabilseydik denildi…

Midilli limanında Türkiye’ye dönmeden feribot öncesi küçük bir duty free var, unuttuklarınızı alabilirsiniz ama Yunan halkının dinlenmeyi fazlaca sevdiğini hesaba katarsak unutmayın bence.

Lesvos adası zeytin ağaçlarını, deniz ürünlerini, güler yüzlü halkını ve tertemiz bir denizi görmek için harika bir fırsat… Unutmadan ekliyim nerdeyse her restoranda internet var wi-fi şifresini rica etmeniz yeterli, belli mi olur belki anında fotoğraf paylaşmak istersiniz…

Nerdeyse tam bir ada aşığı olan ben, yine bir gün gider Midilliye ama şimdi sıra diğerlerinde…

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bozcaada...

ne yapıp edip her sene yolumuzu düşürmeye çalıştığımız Bozcaada'nın ruhumuza kattıkları anlatmakla olmaz yaşanmalı cinsinden duygular olmuştur her zaman...
dar sokakları, eski Rum evleri, yılışık kedileri ve içinden çıkmak istenilmeyen denizi ile Bozcaada herkesin ruhuna bir yerlerden dokunmayı başarır, kimi gider dalış yapar, kimi yeni lezzetler dener, kimi ise gün batımında şarap tadımında kendini mutlu eder...

koca Çınar altında içilen kahvenin ve bu kahvenin eşliğinde yapılan sohbetler hiç unutulmaz hep tekrarlanır cinsten olur...hele de yanında bir sigara yaktık mı uzar da uzar o sohbetler...
Bozcaada'da son yıllarda herkese hitap eden çeşitli restoranlar açılsa da en önce mezelerin yendiği, Rum lezzetlerinin denediği balıkçılar gelir. Fiyatlar yüksekte olsa, porsiyonlar küçükte olsa, büyük lezzetleri telafi eder bunları.

köfteciden tutunda burger'ciye, mezeciden balıkçıya  her akşam başka tatlar deneyebilir ya da sıkılırsanız da ev yemeklerini tercih edebilirsiniz.

tüm bunların yanı sıra şarapçıları unutmamak, güneşi batırırken şaraplarınızı yudumlamak ya da akşam şarap- peynir' le keyif yapmanın tam yeridir Bozcaada. Şarap üreticilerinin çoğundan ayrı ayrı sevdiğim çeşitler olsa da Çamlıbağ en sevdiğimdir ama Talay'dan ve Corvus 'tan da şarap almadan dönmek ayıp olur derim ben...

Bozcaada denince akla gelen diğer ünlü özelliğiyse sizi güne iyi başlatan kahvaltılarıdır, ev yapımı reçeller, lezzetli peynirler ve mis gibi zeytinlerle yaparsınız kahvaltınızı, hele bide fırından çıkmış mis kokulu börek varsa masa da .... biz bu lezzetlerin tadını Aloha Otel'de harika manzara karşısında çıkartırken size de kaçırmayın yolunuz düşerse Semra'nın kahvaltısını deneyin derim ben...
Aloha'da akşam üzeri olduğunda Kale'ye karşı, denize karşı, karaya karşı içilen kahvenin lezzeti de ayrı olur, duygusu da...

n'aparsanız yapın ister boş boş gezin daracık bembeyaz evlerin olduğu,yaşanmışlığın koktuğu sokaklarda, ister tüm tatil yatın Ayazma' da, ister akşam sohbetlerine dalıp hafif esen rüzgarla uykuya dalın odanızda  ama sakın rüzgar güllerini görmeden, gün batımına kadeh kaldırmadan, bolca şarap almadan, feribot beklerken mini kasalardan üzüm seçmeden ve arkanızda kaleye bakarken gidebildiğiniz için mutlu olmadan dönmeyin...




22 Temmuz 2013 Pazartesi

Lincoln...

çok yakın arkadaşlarım (özellikle Müge) bilir, film zevkim  karmaşıktır, festival filmlerine bayılırım, bilim kurgu olmadan sıkılırım... romantik komedi ise ruh'uma sevgi katar diye kaçırmadan bakarım.. ama vampirlerin, canavarların dünyasına çekilmiş en saçma dizi olan 'Buffy the Vampire Slayer' izlediğim yıllardan beri ayrı bir ilgim vardır.
ama dün akşam Digitürk'te izlediğimiz 'Lincoln' yönetmeni kim olursa olsun, aaa  sahneler güzel çekilmiş deseler de, bazıları bayılsa da filme, bana göre değildi, ben sonlara doğru sıkıldım, yok artık dedim.
ben büyüdüm de vampirlerden mi sıkıldım yoksa artık bizi mi şaşırtmıyor filmler bilemedim ama ben sevmedim...

20 Temmuz 2013 Cumartesi

hahahahhahaha....

Sizde olur mu bilmem ama bende son günlerde sık sık salak salak gülme durumları hakim...

16 Temmuz 2013 Salı

kaldı sona 8...

bugün günlerden salı,  benim işi bırakıp ailece tatil'e başlamama kaldı 8 gün...
işi bırakınca işe gitmek, gidince boş boş oturmak zor geliyor insana, normalde tüm gününü sağ tarafımda bir fincan kahve sol tarafımda telefon ve elimde ipad'le geçirebilme yeteneğine sahip olan ben, sıkıldım!!! demek ki gerçekten vakti gelmiş, gitmenin...

ama sadece buradan değil buralardan gitmenin...

Ayvalığa gitmenin, Bozcaada'ya geçmenin, mis kokulu domatesler yemenin, zeytinin kokusunu hissetmenin...

Pazar'a gitsek mesela, bol sebze seçsek, dönüşte Ayvalık sızma alıp, güzelce yıkadıktan sonra da başlasak düşünmeye , ne yapsak ta yesek diye...

hani her şey taze ya, her şey doğal her şey lezzetli ya Ege'de kızartmada olur, hepsini tencereye atsak üstüne sızma gezdirsek, birkaç diş sarımsak biraz da tuz eklesek'te ama biraz da deniz ürünü ekledik mi, o zaman doya doya yenmelik olur...

sonra da yanına bir kadeh şarap, bol muhabbet... Var mı benden keyiflisi...

2 Temmuz 2013 Salı

vakti geldi...

Uzun zamandır bir yorgunluk çökmüştü üstüme,  miskinliğe yol açan geldi mi gitmek bilmeyen uyuz bir modum vardı nedenini bilmediğim...

Ama artık son bulmak üzere o günler...

İşi bıraktım, 26 Temmuz son, yazlığa hazırlandım, oradan arkadaşlarla Bozcaada'ya sonra aileyle Midilli'ye, kim bilir belki sonra geri döner yine giderim bir yerlere...

Ege'yi sevdiğimi, yemeklerini özlediğimi, zeytin ağaçlarıyla gönül bağımı bilmeyen duymadı kalmadı ya olsun ben yine de kendime hatırlatayım istedim,;

'ben zeytin ağaçları isteyen kişiyim, ben o zeytin ağaçlarının arasındaki taş evde sabah kahvaltılarında dostlarıyla keyif yapmayı isteyen, uzun kahve sohbetleri hiç bitmesin diye yazı bekleyen kişiyim...'

İşte bu yüzden gidiyorum yine Ege'ye....mutlu olmak için bir çok sebebimin olduğu köşelere...


 
 
 
 
Not: Fotoğraf bana ait değil ama olmasını emin olun çok isterdim...

26 Haziran 2013 Çarşamba

#diren gezi parkı & New York tatili


Yazı yazmayalı tam 1 ay olmuş ama boş 1 ay olmamış...

25 mayısta New York yolculuğu ile başlayan yazmaya ara verme yolculuğum ülkenin haberlerini CNN'de almamız ve döner dönmez tam ortasından kaçırdıklarımızı yakalama çalışmalarımızla devam etti.

1 Haziran'da dönüp git gide daha da kötüleşen manzaraları gördükçe, ara ara ağladım, ara sıra bağırdım ama hep şükrettim... Onların anlayamadığı bir sevgiyle bağlı olan hepimiz için şükrettim, hala iyi insanların yaşadığı her defasında birbirimize yardıma hazır olduğumuzu hatırladıkça şükrettim ve hiç bir gelenin bir ömür kalamayacağını düşünüp yine şükrettim...

Tabii tüm bu olaylara şahit olduğumuz sırada insanın içinden ne yazmak geldi, ne dolaşmak sadece dahil olmak...

Ama güzel şeylerde girmeli aralara dedim ve şimdi ki yazıyı hazırladım.

O kadar sık yurt dışına giderim Amerika'ya bir türlü yolum düşmemişti, düşürememiştim.

Benim sadece 1 haftam olduğu için New York sonrası Washington'a giderken Cem' lere el salladım ve İstanbul uçağında yerimi aldım :)

New York' a THY ile yolculuk ettik ve her şey çok güzeldi. Özellikle de direk New York uçuşu olması yönünden mutlaka tercih edilmeli.

Uçaktan iner inmez yer konusunda Ayşe'nin önceki New York tecrübelerinden yararlanıp bulduğumuz otelimizin bulunduğu Times meydanına gidip eşyalarımızı bıraktık ve çıktık sokağa...

Allah'ım nedir o kalabalık... Times meydanında  filmlerden gördüğümüz panolar dahil her şeyin aynı olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim ki gidince şaşırmayın.

 

Ve tabii gökdelenler... Her yerin gökdelen olduğu gökyüzünü görmenin, güneşin ısısını hissetmenin şans olduğu bir şehir düşünün...New York'tasınız...

Tabii o kadar da kötü değil, buldukları her köşeye, her açıklığa park yapmış adamlar, hem de öyle bizdeki çocuk parklarından değil, huzur içinde dinlenmelik, eğlenmelik, sohbetlik yemyeşil bol ağaçlı parklar...

 

Central Park'tan söz etmeye bile gerek yokken benim favorim Bryant Park oldu, sürpriz doğum günü pastasını da son gün, kareli örtüsü üzerinde Ayşe için orda kestik :)

Amerika'da insanlar sıcak kanlı ve yardımcı, hiç bir zorluk çekmeden dolaşıp alışveriş yapılabilecek ve yapılaşmasından dolayı kolay yaşanabilecek bir şehir bence New York.

 

New York'ta gezilebilecek çok tarihi mekan olmaması bizim gibi kendini kaybeden alışveriş delilerine uygun hale getiriyor şehri. En beğendiğim New York özelliğinin kapı üstlerindeki şemsiye görevi gören brandaya benzer şeylerin ve her terasta bulunan yeşil ağaçların olduğunu söyleyebilirim. Tüm bunları daha rahat görelim dememizle daha önce hiç tercih etmediğimiz 'Sightseeing ' otobüslerinden iki günlük bir tur aldık,  iyi de yapmışız, Rockefellar binasını, Empire State binasını, Wall Street'i, Soho'yu, Brooklyn'i, Harlem'i yani merak ettiğimiz tüm yerleşimleri ve bilmediğimiz çok hoş yapıları görme şansımız oldu. Hatta en fazla paranın nerede olduğunu görmemiz açısından sık sık 'Bank of Amerika ' karşımıza çıktı $$$$ . Soho en beğendiğim semtler arasına girdi diyebilirim, diğer favorimin Central Park civarı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Rehber burada Gossip girl, burada Sex and the City çekildi dedikçe ahh ahh dediğimde doğrudur...Biz hürriyet heykeline gitmedik ama bu otobüsler feribota binebileceğiniz durakta da duruyor.
Bu otobüsler Avrupa'da olmasa da New York'ta denenmeli...

Gelelim yeme - içmeye...

Gitmeden önce çok araştırma yapan ben ilk iki gün kendimi kaptırmış alışveriş yaparken bir mağazada unuttum ve hatırladığım 2-3 restoranla idare etmek zorunda kaldım:(

Ayşe 'lerin ve bir blog yazarının işaret ettiği ' Bubba Gump ' kesinlikle restoranın sevimli havası, lezzetli kokteylleri ve her şeyin karides içermesi dolayısıyla denenmeden dönülmemeli.

Ertesi akşam notlarımdan hatırladığım ' Red Lobster' a düştü yolumuz, harika iki tabak eşliğinde iki kokteyl içtik veee tabaklar o kadar büyüktü ki bitiremedik :) İçeriğinde ıstakoz, yengeç, karides olan karmakarışık kocaman tabaklar seçmiş olmamızda bir neden olabilir tabii:)


 
Sabah kahvaltılarını otelde almayıp dışarda yemeği tercih den biz ya 'Whole Foods market 'denilen organik markette, kimimizin bagel ve peynir seçimleriyle, kimimizinse yoğurt meyve seçimleriyle ya da 'Junior's ' denilen Cheesecake'leriyle ünlü mekanda pancake ile yaptıktan sonra güne başlıyorduk.

Baştan söylemekte fayda var Avrupa'da ki pastane - cafe kültürü Amerika'da olmadığı için saat başı atıştırmak için uygun bir şehir değil New York. Öğle yemeklerinde genelde yine önceden aldığımız tavsiyelerle ' Shake Shack ' ve Johnny Rockets' gibi popüler hamburgercilerde yedik, benim önerim her yerde Cheeseburger yemek olsa da yanında  Johnny Rockets'ta çilekli milkshake içmeden ve Shake Shack'te patates kızartması yemeden dönmemeniz( gitmeden de yeme şansı var artık İstanbul'a da geldiği müjdesi uzun zaman önce duyulmuştu zaten ).

Yine alışverişten döndüğümüz bir gün karnımızın acıkması ve ismini hatırlamam dolayısıyla Times meydanınında ki  'Tony's DiNapoli ' bizi öyle memnun etti ki ertesi akşam Ayşe'nin doğum günü yemeğini de orada yedik. Tabakların inanılmaz büyük olduğu servis elemanı tarafından uyarıldıktan sonra seçimimizi yaptık. Nerdeyse her yemekte Akdeniz'in vazgeçilmezi zeytinyağı, domates ve sarımsak burada da her yemekte yerini almış ve harika tatlar yaratmış. Mutlaka gitmenizi öneririm. İtalyan şarabı sevenler için güzel bir menü de mevcut.

Akşamları yorgun olmamız Blues Bar'a gitme şansımı maalesef olmadı bir sonra ki New York tatiline erteledi. Ama çok iyiler varmış New York'a giderseniz dinlemeden dönmeyin.
New York'ta yürümenin çok rahat olması, köşede kenarda dinlenebilecek parklar olması ve hiç bulunamazsa koskoca Central Park'ta dinlenilebilmesi New York'un rahat gezilmesine ve bol alışveriş yapılabilmesine imkan veriyor.


New York tekrar tekrar gidilebilecek, hatta belli aralıklarla keyifle yaşanabilecek bir şehir. Gitmediyseniz ayarlayın ve gidin derim...
Uzun süre yanımda taşıdığım Sarp'ın göbek bağı da artık New York'ta 'School of Art & Acting ' in bahçesinde gömülü:)
Aa bu arada yazmadan edemeyeceğim!!!
Yavrum: Halan çok ısrar etti ama ben New York Filarmoni orkestrasının bahçesine gömmedim, ilerde bu konuda bir sorun olursa halan beni hatırlatacakmış:) önden bilgilendirme yapmak istedim :)