17 Eylül 2013 Salı

Teppenyaki Alaturka...

Kısa bir süre öne doğum yapan arkadaşımız ve eşinin bizi yemeğe davet etmesiyle yolumuz Tepenyaki Alaturk'aya düştü. Uzun zamadır Çukurambar da bulunan bu restoran nedense bende hiç merak uyandırmamıştı ki pişman da olmadım.
Mekan güzel sayılır ama bana göre fazla karışık. Menü desen öyle, ne arasanız var, gerçekten abartmıyorum,çekinmeyin sorun mutlaka çıkar bi yerlerden istediğiniz!
Servis hızlı ve çalışanlar güleryüzlü.
Gelelim yemeklere: çok severek yediğim tatlı ekşi soslu tavuk, o gece beni aç bıraktı desem ne demek istediğimi anlarsınız sanırım, Cem'in istediği dil balığı idare eder, arkadaşın istediği noodle ise annelerin pişirdiği çubuk makarnadan halliceydi.
Bu arada sanmayın ki herşey var menüde, hep isminden bahsediliyor, hep kalabalık falan diye fiyatları uygun, tam tersi fiyatlar yüksek hatta çok yüksek.
Ben memnun kalmadım ve bir daha gitmem, sevene de birşey demem ama benden duymuş olmayın Sushico'da noodle'ı, Sadoby'da dil balığını ve menüdeki herşeyi başka yerlerde daha iyisini yer ve verdiğiniz paraya da helal olsun dersiniz...
Yine de tek teşekkür arkadaşlarımıza...

13 Eylül 2013 Cuma

Sarp'ıma...

bugün oğlumun, oğlumuzun doğum günü...işte o yüzden yılda 1 defa bu yazı ona...


sevgi dolu gözleriye gözlerimizin içine bakan, hep paylaşmak için bir şeyleri olan, en ufak sevinci dünyanın en büyük mutluluğuymuş gibi tekrar ve yeniden yaşayan Sarp'ın doğum günü  bugün...
bügün kendi de biliyordu dünyaya geldiği gün olduğu, o yüzden tüm gün fazla daha da fazla güldü, daha da fazla güldürdü bizi...
hep gül bu hayatta, hep mutlu ol hayatında, ne yaparsan yap istediğin için, mutlu olmak için, huzurlu olmak için yap...
yıllar neşenden, gülümsemenden, gözündeki heyecandan hiç birşey alamasın, hep koru saflığını, umutlarını, her yeni güne uyandığındaki gülümsemeni...
hep koru içindeki sonsuz sevgiyi...
her zaman her yerde...
her ün söylüyorum ama işte yine söylüyorum; seni seviyorum, seni çok seviyoruz...

11 Ağustos 2013 Pazar

bebekle tatil mi... tam benlik...


Bir okuyucumun mailine cevaben... :)))

Kim demiş tatil bebekle zor diye...
Sarp doğduğundan beri gitmek istediğimiz hiçbir yere gitmemezlik yapmadık.Oktoberfest'le başladık, Prag'ta dolaştık,akşam yemeklerine çıktık, sabah kahvaltılarında uzun saatler geçirdik. Hersene Bozcaada'da kaldık,son olarakta 2 günlük Midilli tatillini geride bıraktık.

Zorluk hiç olmuyor desem olmaz tabii ama bebek var diye tatil iptal etmekte neymiş...iyi bir planlama, gerekli eşyaları çantalara doldurmayla bu iş tamam  başlasın keyifli tatiller...

Yapılması gereken en önemli şey doğru otel seçimi, otelde bebek yatağı olup olmaması, kahvaltı salonunda mama sandalyesi bulunması. Oda mutlaka klimalı olmalı ki soğukta ısıtmak,sıcakta soğutmak mümkün olsun.
Dünyanın heryerinde ( eğer yurtdışındaysanız) marketlerde hazır mamaları bulmak mümkün, geçen sene Münih ve Prag'ta bizden çok daha lezzetli Hipp mamalardan yemiş, meyveli yoğurtları mideye indirmiş,harika organik elma suları içmişti Sarp.
Artık kavanoz maması yeme zamanları çok geride kaldığı için, çantada herzaman bisküvi bulunması yeterli oluyor.Hiçbişey yemezse şehrin en iyi pizzacısını bulup margarita istemekte günü kurtarıyor.
Ya da tam dolaşırken acıkırsa yemeklerde uygun değilse yoğurtta yardımıma koşuyor.

Hazırlanırken çantaya mutlaka atılması gereken,güneş kremi,ateş düşürücü şurup ve böcek ilacı da gün içinde telaşmadan dolaşmaya hiççç kaygılanmamaya neden oluyor:)

Otel seçimini iyi yaptıysanız bebek odada uyurken onu yanınıza aldığınız cameradan ya da babyphone'dan izlemeniz de onun mışıl mışıl uyumasına sizinde aşağıda bahçede ya da minik cafelerde bolca keyif yapmanıza yardım eder... 

İnanın bana koşullar tamamsa, siz hazırsanız tatile, bebeğiniz daha da hazırdır tatile ve bol gülücüklü bir tatil sizi bekler:)))

8 Ağustos 2013 Perşembe

Lesvos Rehberi;Midilli-Petra-Molivos




































Bu sene kime sorsam Midilli’de, Samos’ta ya da bayrama Rodos hazırlığında…

Bizde katılalım bu furyaya dedik ve 2 gecelik ailece Midilli kaçamağı ayarladık…

Midilli’ye Ayvalıktan feribotla 1 saat 20 dakika da ulaşım var, Turyol ve Jale arasından biz Turyol’u  seçip önceden biletlerimizi aldık. Kişi başı ücreti gidiş-geliş 30 euro olan biletler internetten de alınabiliyor. Ada’ya vize gerekli(yeşil pasaportlulara 2010 yılı sonunda vize kalktı),önceden elçilikten alınabileceği gibi feribot şirketlerinden ya da koşullar gerçekleştirilip kapıdan da 55 euro karşılığında kaç gün konaklama yapacaksanız vize alınabiliyor, benim tavsiyem gitmeden alın belli mi olur uzun süreli, çok girişli alıp diğer adalara da yolunuzu düşürürsünüz. Çıkış harcı olan 15tl’ninde önceden ödenmesi sıra beklememenizi sağlar.

Midili’de kalınacak yer seçenekleri oldukça fazla merkezde kalınabildiği gibi adanın kuzey ya da güney kesimlerinde de konaklamak mümkün. İlk gidişimizde uzaklaşmayalım dedik ve merkeze oldukça yakın olan Pyrgos Hotel’de karar kıldık. Otel 1912’de inşa edilmiş yüksek tavanlı odaları, sıcak kanlı çalışanları ve yeterli güzellikteki kahvaltısı ile adanın öne çıkanlarından. Midilli’de oda fiyatları iki kişi için 45-90 euro arasında kahvaltı dahil olarak konaklama seçenekleri bulunabileceği için bizim otel fiyat açısından biraz yüksekti, oda fiyatı 80-85 euro gibi.

Pasaport kontrolünden hızlıca geçip feribottaki yerlerimizi aldıktan sadece 45 dk sonra Lesvos karşımızda belirdi. Yavaş yavaş tatil havasına girmemizle gidilecek yerler ve adanın ün salmış yemeklerinden konuşmaya başlamıştık.

Otele gitmek için taksi kullanılabilir ya da çantanız küçükse yürüyebilirsiniz ama  sıcakta tavsiye etmem çünkü taksi sadece 4-5 euro tutuyor.

Otele vardığımızda otel görevlisi Katerina bizi buz gibi su ve lezzetli ayva reçelleriyle karşılayıp odalarımızı gösterdi, odalar eski fakat temiz ve büyüktü.

Odalara yerleştikten sonra ilk iş yemek için Kalderimi’yi bulmaktı…

Kalderimi ,Midilli denince herkesin ortak önerdiği adanın en bilinenlerinden. Türkçe’de ‘kaldırım’ anlamına gelen Kalderimi’de öyle çok denenmesi gereken meze var ki hangisinden başlasak neyi sipariş etsek bilemedik ve bir an için tüm menüyü getir demek geldi içimizden.

Tavsiye etmeye gelince her şeyi güzeldi demek kimseye yetmeyeceği için benim favorilerim, peynir kızartma, kabak çiçeği kızartması, kalamar tava, patlıcan kızartma, şarap soslu ahtapot(favorim değil ama denenebilir), yunan salata ve ev yapımı patates kızartması bunlara ek masaya gelen kabak çiçeği dolma da yenilebilir güzellikteydi. Tüm bunların yanında gelsin uzolar gitsin kolalarla birlikte ve bazı mezelerin çifter kere gidip gelmesiyle 7 kişi 82 euro hesap, üstüne de ikram olarak tatlı ve incir geldi. Harikaydı J

Yemek sonrası adada Pazar gününün tatil olması nedeniyle nasılsa her yer tatil gidip biraz yüzelim dedik ve en yakın plaj olan kalenin yanındaki halk plajına gittik, giriş ücreti 2 euro, her yerde şezlonglar ve şemsiyeler var… Bulduğunuz bir tanesinin altına kurulup berrak suyun altında parlayan taşları izleyebilirsiniz. Unutmadan hatırlatayım deniz ve kenarı taşlı olduğundan deniz ayakkabınızı unutmayın.

Soğuk suda serinledikten sonra şehir meydanını biraz gezelim birde araba bakalım dedik ve meydana doğru ilerledik. Meydanda ufak bir ara sokakta  ‘Barrio’  ismindeki cafede mola verip ‘Yunan kahvesi-greek cafe’(Türk kahvesinden nerdeyse farkı olmayan, biraz daha aromalı  bu kahve için şunu söyleyebilirim bizim çoğu yerden daha iyi pişiriyorlar) sipariş etmek ve yanında ikram edilen harika incir reçelini yemek adaya olan sevgimi biraz daha arttırdı. Kafe’nin çalışanlarının sevimli olması ve fiyatlarının uygunluğu tekrar görüşmek üzere dedirtti ayrılırken.
 Bir kısmımız kahve içerken grubun diğer kısmı ertesi gün için araç kiralama işlerini halletmeye koyuldu. Araç fiyatları küçük bir araç 35 eurodan başlıyor ancak önceden ayırtmadıysanız bulmanız olduk zorlaşıyor. Neyse ki biz şanslıydık J

Akşam yemeği için başka bir tavsiye’ye uyduk ve merkezin biraz dışında kale hizasında bulunan ‘Refenes’e gittik. Refenes’te adanın tümünde bulunan yunan restoranları gibi sade döşenmiş bir taverna. Mezelerin yanında balıkları da önerilen bu restoranda ister porsiyonla isterseniz de kiloyla balık ya da karides gibi kabukluları alabiyorsunuz. Barbunun kilosu 45, karides 40 euro. Yine 2-3 çeşit meze, 2 şişe uzo,1 kilo barbun, 1 porsiyon sardalye,kolalar ve salata 7 kişi 85 euro hesap, ortalamayı tutturduk mu ne J Sardalye ve barbun şiddetle tavsiye edilir. Peynir kızartma olmamış.

Ertesi günün planı için haritalar açıldı, blog yazıları yüksek sesle okunmaya başlandı, 2 seçenek var adanın kuzeyi ya da güneyi. İkisinde de görmek istediğimiz yerler, yemek istediğimiz yemekler var ama çoğunluk kuzeyden yana. Güzergah belirlendi; Kalloni- Petra-Molivos ve Madamados…

Kahvaltı sonrası hızlı bir hazırlanma ve yola koyulmaca…

Kalloni’de pek bir şey yok, gitmeseniz de olur…

Geldik Petra tabelasının altına; yolun solunda bir plaj ve yanında plaj bar, yolun sağında küçük küçük pansiyonlar, sorduk birine burası mı diye evet dedilerJ

Burada plaja giriş ücretsiz, su harika, şezlonglar ve şemsiyeler gayet rahat. Önce smootiler, frappe’ler içildi sonra denize girildi. Çıkınca koca bir meyve salatası 3,5 euroya mideye indirildi.

Petra’daki pansiyonlar her bütçeye fazlasıyla hitap ediyor. 20 euro karşılığında 2 kişilik deniz kenarında temiz apartlar bulunabildiği gibi, dağ tepelerinde 80-90 euroluk havuzlu otellerde mevcut. Yaz tatilinin uygun fiyatlısı şaşırtıcı!!!

Molivos’a girer girmez dağ üzerine kurulmuş güzel güzel evler aşağı bakıldığında ise inci gibi parlayan deniz dikkat çekiyor. Deniz kenarında yemek yemek için iyi bir tercih olan ‘Triana Cafe-Restoran’da mutlaka ahtapot ve sardalya ızgara ve midye sote yemenizi tavsiye ederim,diğer mezeler lezzetli fakat Kalderimi’nin eline su dökemez. Denemeden dönmeyelim dediğimiz adanın meşhur patlıcan musakkası da yenilebilir. Bilumum mezeler ve tabi ki uzo ve kolalar eşliğinde hesap yine 85 euro Restoranda otururken aşağı inip mis gibi denizde serinleyebilir tekrar yemeye devam edebilirsiniz, bu fırsatı kaçırmayın derim ben. Molivos’ta sokak aralarında dolanmak keyifli olsa da mola vermek daha cazip geldi ve aşağı bakıp gönlümüzü fetheden Congas’a girdik.‘Congas- beach bar’da harika kokteyler içip, bir denize inip bir içki yudumlamak mümkün. Kokteyl fiyatları ortalama 7,5- 10 euro arası. Yemek çeşitleri ya da dondurma keyfi yaşamakta mümkün. 


Tüm günümüzü Congas’ta geçirebilecek rahatlığa ulaşmışken Madamados’a yetişmeliyiz dedik ve yola çıktık. Madamados’ta tepede bulunan Taxiarchis Kilises’si  mutlaka görülmesi gereken, inananların dilek dilemesi ve azıcık midesinde yer olanlarında Ballı yoğurdun tadına bakması gereken bir yer. Kilise’nin efsanesi’ ni merak edenlere: Yedi pilot bu bölgede düşüyor ve 7side kurtuluyor farklı zamanlarda bir tüle sarılıp indiklerini söylüyorlar,taxiarchis’in göklerin kurtarıcı meleği olduğu söyleniyor.Ayrıca bu kilisede dilenen dilekler gerçek oluyormuş’. Bu arada resim çekmek yasak.

Geri dönüş yoluna gelmişken yol kenarlarında gördüğünüz minik şapellerin anlamının, yollar çok virajlı ve dar olduğu için kazalarda hayatlarını kaybetmiş yakınları için yapıldığını ve bazılarının içlerinde fotoğraflarının bulunduğunu eklemeden edemeyeceğim. İçiniz burkularak’ ne kadar da çok‘ dedirtiyor insana…

Midilliye geri dönüp arabayı teslim ettikten sonra bizim sevip buluşma noktası haline getirdiğimiz ‘Barrio’da kahveler içildi ardından çok yakındaki yoğurtçuda frozen yoğurtlar yenildi, uzo alışverişi yapıldı ve 2 gün yetmezmiş keşke daha uzun kalabilseydik denildi…

Midilli limanında Türkiye’ye dönmeden feribot öncesi küçük bir duty free var, unuttuklarınızı alabilirsiniz ama Yunan halkının dinlenmeyi fazlaca sevdiğini hesaba katarsak unutmayın bence.

Lesvos adası zeytin ağaçlarını, deniz ürünlerini, güler yüzlü halkını ve tertemiz bir denizi görmek için harika bir fırsat… Unutmadan ekliyim nerdeyse her restoranda internet var wi-fi şifresini rica etmeniz yeterli, belli mi olur belki anında fotoğraf paylaşmak istersiniz…

Nerdeyse tam bir ada aşığı olan ben, yine bir gün gider Midilliye ama şimdi sıra diğerlerinde…

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bozcaada...

ne yapıp edip her sene yolumuzu düşürmeye çalıştığımız Bozcaada'nın ruhumuza kattıkları anlatmakla olmaz yaşanmalı cinsinden duygular olmuştur her zaman...
dar sokakları, eski Rum evleri, yılışık kedileri ve içinden çıkmak istenilmeyen denizi ile Bozcaada herkesin ruhuna bir yerlerden dokunmayı başarır, kimi gider dalış yapar, kimi yeni lezzetler dener, kimi ise gün batımında şarap tadımında kendini mutlu eder...

koca Çınar altında içilen kahvenin ve bu kahvenin eşliğinde yapılan sohbetler hiç unutulmaz hep tekrarlanır cinsten olur...hele de yanında bir sigara yaktık mı uzar da uzar o sohbetler...
Bozcaada'da son yıllarda herkese hitap eden çeşitli restoranlar açılsa da en önce mezelerin yendiği, Rum lezzetlerinin denediği balıkçılar gelir. Fiyatlar yüksekte olsa, porsiyonlar küçükte olsa, büyük lezzetleri telafi eder bunları.

köfteciden tutunda burger'ciye, mezeciden balıkçıya  her akşam başka tatlar deneyebilir ya da sıkılırsanız da ev yemeklerini tercih edebilirsiniz.

tüm bunların yanı sıra şarapçıları unutmamak, güneşi batırırken şaraplarınızı yudumlamak ya da akşam şarap- peynir' le keyif yapmanın tam yeridir Bozcaada. Şarap üreticilerinin çoğundan ayrı ayrı sevdiğim çeşitler olsa da Çamlıbağ en sevdiğimdir ama Talay'dan ve Corvus 'tan da şarap almadan dönmek ayıp olur derim ben...

Bozcaada denince akla gelen diğer ünlü özelliğiyse sizi güne iyi başlatan kahvaltılarıdır, ev yapımı reçeller, lezzetli peynirler ve mis gibi zeytinlerle yaparsınız kahvaltınızı, hele bide fırından çıkmış mis kokulu börek varsa masa da .... biz bu lezzetlerin tadını Aloha Otel'de harika manzara karşısında çıkartırken size de kaçırmayın yolunuz düşerse Semra'nın kahvaltısını deneyin derim ben...
Aloha'da akşam üzeri olduğunda Kale'ye karşı, denize karşı, karaya karşı içilen kahvenin lezzeti de ayrı olur, duygusu da...

n'aparsanız yapın ister boş boş gezin daracık bembeyaz evlerin olduğu,yaşanmışlığın koktuğu sokaklarda, ister tüm tatil yatın Ayazma' da, ister akşam sohbetlerine dalıp hafif esen rüzgarla uykuya dalın odanızda  ama sakın rüzgar güllerini görmeden, gün batımına kadeh kaldırmadan, bolca şarap almadan, feribot beklerken mini kasalardan üzüm seçmeden ve arkanızda kaleye bakarken gidebildiğiniz için mutlu olmadan dönmeyin...




22 Temmuz 2013 Pazartesi

Lincoln...

çok yakın arkadaşlarım (özellikle Müge) bilir, film zevkim  karmaşıktır, festival filmlerine bayılırım, bilim kurgu olmadan sıkılırım... romantik komedi ise ruh'uma sevgi katar diye kaçırmadan bakarım.. ama vampirlerin, canavarların dünyasına çekilmiş en saçma dizi olan 'Buffy the Vampire Slayer' izlediğim yıllardan beri ayrı bir ilgim vardır.
ama dün akşam Digitürk'te izlediğimiz 'Lincoln' yönetmeni kim olursa olsun, aaa  sahneler güzel çekilmiş deseler de, bazıları bayılsa da filme, bana göre değildi, ben sonlara doğru sıkıldım, yok artık dedim.
ben büyüdüm de vampirlerden mi sıkıldım yoksa artık bizi mi şaşırtmıyor filmler bilemedim ama ben sevmedim...

20 Temmuz 2013 Cumartesi

hahahahhahaha....

Sizde olur mu bilmem ama bende son günlerde sık sık salak salak gülme durumları hakim...

16 Temmuz 2013 Salı

kaldı sona 8...

bugün günlerden salı,  benim işi bırakıp ailece tatil'e başlamama kaldı 8 gün...
işi bırakınca işe gitmek, gidince boş boş oturmak zor geliyor insana, normalde tüm gününü sağ tarafımda bir fincan kahve sol tarafımda telefon ve elimde ipad'le geçirebilme yeteneğine sahip olan ben, sıkıldım!!! demek ki gerçekten vakti gelmiş, gitmenin...

ama sadece buradan değil buralardan gitmenin...

Ayvalığa gitmenin, Bozcaada'ya geçmenin, mis kokulu domatesler yemenin, zeytinin kokusunu hissetmenin...

Pazar'a gitsek mesela, bol sebze seçsek, dönüşte Ayvalık sızma alıp, güzelce yıkadıktan sonra da başlasak düşünmeye , ne yapsak ta yesek diye...

hani her şey taze ya, her şey doğal her şey lezzetli ya Ege'de kızartmada olur, hepsini tencereye atsak üstüne sızma gezdirsek, birkaç diş sarımsak biraz da tuz eklesek'te ama biraz da deniz ürünü ekledik mi, o zaman doya doya yenmelik olur...

sonra da yanına bir kadeh şarap, bol muhabbet... Var mı benden keyiflisi...

2 Temmuz 2013 Salı

vakti geldi...

Uzun zamandır bir yorgunluk çökmüştü üstüme,  miskinliğe yol açan geldi mi gitmek bilmeyen uyuz bir modum vardı nedenini bilmediğim...

Ama artık son bulmak üzere o günler...

İşi bıraktım, 26 Temmuz son, yazlığa hazırlandım, oradan arkadaşlarla Bozcaada'ya sonra aileyle Midilli'ye, kim bilir belki sonra geri döner yine giderim bir yerlere...

Ege'yi sevdiğimi, yemeklerini özlediğimi, zeytin ağaçlarıyla gönül bağımı bilmeyen duymadı kalmadı ya olsun ben yine de kendime hatırlatayım istedim,;

'ben zeytin ağaçları isteyen kişiyim, ben o zeytin ağaçlarının arasındaki taş evde sabah kahvaltılarında dostlarıyla keyif yapmayı isteyen, uzun kahve sohbetleri hiç bitmesin diye yazı bekleyen kişiyim...'

İşte bu yüzden gidiyorum yine Ege'ye....mutlu olmak için bir çok sebebimin olduğu köşelere...


 
 
 
 
Not: Fotoğraf bana ait değil ama olmasını emin olun çok isterdim...

26 Haziran 2013 Çarşamba

#diren gezi parkı & New York tatili


Yazı yazmayalı tam 1 ay olmuş ama boş 1 ay olmamış...

25 mayısta New York yolculuğu ile başlayan yazmaya ara verme yolculuğum ülkenin haberlerini CNN'de almamız ve döner dönmez tam ortasından kaçırdıklarımızı yakalama çalışmalarımızla devam etti.

1 Haziran'da dönüp git gide daha da kötüleşen manzaraları gördükçe, ara ara ağladım, ara sıra bağırdım ama hep şükrettim... Onların anlayamadığı bir sevgiyle bağlı olan hepimiz için şükrettim, hala iyi insanların yaşadığı her defasında birbirimize yardıma hazır olduğumuzu hatırladıkça şükrettim ve hiç bir gelenin bir ömür kalamayacağını düşünüp yine şükrettim...

Tabii tüm bu olaylara şahit olduğumuz sırada insanın içinden ne yazmak geldi, ne dolaşmak sadece dahil olmak...

Ama güzel şeylerde girmeli aralara dedim ve şimdi ki yazıyı hazırladım.

O kadar sık yurt dışına giderim Amerika'ya bir türlü yolum düşmemişti, düşürememiştim.

Benim sadece 1 haftam olduğu için New York sonrası Washington'a giderken Cem' lere el salladım ve İstanbul uçağında yerimi aldım :)

New York' a THY ile yolculuk ettik ve her şey çok güzeldi. Özellikle de direk New York uçuşu olması yönünden mutlaka tercih edilmeli.

Uçaktan iner inmez yer konusunda Ayşe'nin önceki New York tecrübelerinden yararlanıp bulduğumuz otelimizin bulunduğu Times meydanına gidip eşyalarımızı bıraktık ve çıktık sokağa...

Allah'ım nedir o kalabalık... Times meydanında  filmlerden gördüğümüz panolar dahil her şeyin aynı olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim ki gidince şaşırmayın.

 

Ve tabii gökdelenler... Her yerin gökdelen olduğu gökyüzünü görmenin, güneşin ısısını hissetmenin şans olduğu bir şehir düşünün...New York'tasınız...

Tabii o kadar da kötü değil, buldukları her köşeye, her açıklığa park yapmış adamlar, hem de öyle bizdeki çocuk parklarından değil, huzur içinde dinlenmelik, eğlenmelik, sohbetlik yemyeşil bol ağaçlı parklar...

 

Central Park'tan söz etmeye bile gerek yokken benim favorim Bryant Park oldu, sürpriz doğum günü pastasını da son gün, kareli örtüsü üzerinde Ayşe için orda kestik :)

Amerika'da insanlar sıcak kanlı ve yardımcı, hiç bir zorluk çekmeden dolaşıp alışveriş yapılabilecek ve yapılaşmasından dolayı kolay yaşanabilecek bir şehir bence New York.

 

New York'ta gezilebilecek çok tarihi mekan olmaması bizim gibi kendini kaybeden alışveriş delilerine uygun hale getiriyor şehri. En beğendiğim New York özelliğinin kapı üstlerindeki şemsiye görevi gören brandaya benzer şeylerin ve her terasta bulunan yeşil ağaçların olduğunu söyleyebilirim. Tüm bunları daha rahat görelim dememizle daha önce hiç tercih etmediğimiz 'Sightseeing ' otobüslerinden iki günlük bir tur aldık,  iyi de yapmışız, Rockefellar binasını, Empire State binasını, Wall Street'i, Soho'yu, Brooklyn'i, Harlem'i yani merak ettiğimiz tüm yerleşimleri ve bilmediğimiz çok hoş yapıları görme şansımız oldu. Hatta en fazla paranın nerede olduğunu görmemiz açısından sık sık 'Bank of Amerika ' karşımıza çıktı $$$$ . Soho en beğendiğim semtler arasına girdi diyebilirim, diğer favorimin Central Park civarı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Rehber burada Gossip girl, burada Sex and the City çekildi dedikçe ahh ahh dediğimde doğrudur...Biz hürriyet heykeline gitmedik ama bu otobüsler feribota binebileceğiniz durakta da duruyor.
Bu otobüsler Avrupa'da olmasa da New York'ta denenmeli...

Gelelim yeme - içmeye...

Gitmeden önce çok araştırma yapan ben ilk iki gün kendimi kaptırmış alışveriş yaparken bir mağazada unuttum ve hatırladığım 2-3 restoranla idare etmek zorunda kaldım:(

Ayşe 'lerin ve bir blog yazarının işaret ettiği ' Bubba Gump ' kesinlikle restoranın sevimli havası, lezzetli kokteylleri ve her şeyin karides içermesi dolayısıyla denenmeden dönülmemeli.

Ertesi akşam notlarımdan hatırladığım ' Red Lobster' a düştü yolumuz, harika iki tabak eşliğinde iki kokteyl içtik veee tabaklar o kadar büyüktü ki bitiremedik :) İçeriğinde ıstakoz, yengeç, karides olan karmakarışık kocaman tabaklar seçmiş olmamızda bir neden olabilir tabii:)


 
Sabah kahvaltılarını otelde almayıp dışarda yemeği tercih den biz ya 'Whole Foods market 'denilen organik markette, kimimizin bagel ve peynir seçimleriyle, kimimizinse yoğurt meyve seçimleriyle ya da 'Junior's ' denilen Cheesecake'leriyle ünlü mekanda pancake ile yaptıktan sonra güne başlıyorduk.

Baştan söylemekte fayda var Avrupa'da ki pastane - cafe kültürü Amerika'da olmadığı için saat başı atıştırmak için uygun bir şehir değil New York. Öğle yemeklerinde genelde yine önceden aldığımız tavsiyelerle ' Shake Shack ' ve Johnny Rockets' gibi popüler hamburgercilerde yedik, benim önerim her yerde Cheeseburger yemek olsa da yanında  Johnny Rockets'ta çilekli milkshake içmeden ve Shake Shack'te patates kızartması yemeden dönmemeniz( gitmeden de yeme şansı var artık İstanbul'a da geldiği müjdesi uzun zaman önce duyulmuştu zaten ).

Yine alışverişten döndüğümüz bir gün karnımızın acıkması ve ismini hatırlamam dolayısıyla Times meydanınında ki  'Tony's DiNapoli ' bizi öyle memnun etti ki ertesi akşam Ayşe'nin doğum günü yemeğini de orada yedik. Tabakların inanılmaz büyük olduğu servis elemanı tarafından uyarıldıktan sonra seçimimizi yaptık. Nerdeyse her yemekte Akdeniz'in vazgeçilmezi zeytinyağı, domates ve sarımsak burada da her yemekte yerini almış ve harika tatlar yaratmış. Mutlaka gitmenizi öneririm. İtalyan şarabı sevenler için güzel bir menü de mevcut.

Akşamları yorgun olmamız Blues Bar'a gitme şansımı maalesef olmadı bir sonra ki New York tatiline erteledi. Ama çok iyiler varmış New York'a giderseniz dinlemeden dönmeyin.
New York'ta yürümenin çok rahat olması, köşede kenarda dinlenebilecek parklar olması ve hiç bulunamazsa koskoca Central Park'ta dinlenilebilmesi New York'un rahat gezilmesine ve bol alışveriş yapılabilmesine imkan veriyor.


New York tekrar tekrar gidilebilecek, hatta belli aralıklarla keyifle yaşanabilecek bir şehir. Gitmediyseniz ayarlayın ve gidin derim...
Uzun süre yanımda taşıdığım Sarp'ın göbek bağı da artık New York'ta 'School of Art & Acting ' in bahçesinde gömülü:)
Aa bu arada yazmadan edemeyeceğim!!!
Yavrum: Halan çok ısrar etti ama ben New York Filarmoni orkestrasının bahçesine gömmedim, ilerde bu konuda bir sorun olursa halan beni hatırlatacakmış:) önden bilgilendirme yapmak istedim :)



 












 

 


 

15 Mayıs 2013 Çarşamba

nerden başlasam...

O kadar uzun zaman oldu ki yazmayalı, sanmayın ki unuttum, çok işim vardı çook...
Ama bu karmaşa da bile ara ara hayatın tadını yakaladık ve harika mekanları dolaştık...
Şimdi kısa kısa hepsinden bahsedeceğim...
Evlilik yıl dönümüz münasebeti ile Cem son zamanlarda çok istediğim ama bir türlü kısmet olmayan Sado by' da yer ayırtmış.
İçerisi sevimli hatta biraz fazla sevimli, 'Cem'in tepe home gibi burası' benzetmesi cuk oturdu o kadar yani :)
Ama her şey özenli ve güzel, ayrılan masamızda bizi bekleyen güzel bir yeşil salata ve Ezine peyniri ile başlangıcı yapıyoruz...
Şarap menusu görmek isteyenler için, çoğu balıkçıda olduğu gibi menü gelmiyor ve hasır kocaman bir sepette şarap seçenekleri geliyor...artık fiyatı ne çıkarsa bahtınıza.
Şarap seçimi de yapıldıktan sonra tepside ki mezelerden biz klasik olarak patlıcana, ahtapota ve de deniz börülcesi ne saldırdık.
Hepsi birbirinden lezzetliydi ki ufak gümüş bir gondolda gelen sarımsaklı ekmek yanlarına çok yakıştı.
Ara sıcak olarak kalamar tava ve tereyağında karides yine yüzümüzü kara çıkartmadı ve tabaklar tertemiz olana dek yedik bitirdik.
Balık olarak ise Cem'in seçimi Barbun harika benim seçimim Dil ızgara ise güzeldi. Barbun kesinlikle tavsiye edilir...Yanlarında servis edilen tül kadar ince turp'ta harika sulu ve tazeydi mutlaka deneyin.
Yemek sonrası sipariş ettiğimiz sufle, Türk kahvesi ve geceye damgasını vuran Türk kahvesi yanındaki gül şerbeti ise unutulmaz bir kapanış oldu bizim için.

Yemekler dışında genel olarak restorandan bahsetmem gerekirse garsonlar ilgili ama seviyeli, bizim ödediğimiz hesap kişi için 295 TL biraz yüksek ama tercih edilebilir... En azından özel günlerde mutlaka aklınıza gelsin ve hatta sıcak havalarda gidin ve güzel bahçesinde keyif alın derim ben...

Sonraki hafta ailece fuara gitme telaşı arasında vakit bulup arkadaşım ve bebişlerle gittiğimiz Big Chefs yine aynı güzellikteydi, çok bahsetmeye gerek yok, onlar için Kavaklıdere tarafından üretilen Big Kiss yeterince güzel bir şarap olduğunu fakat ızgara köftenin 27 TL olmasının bir cafe için aşırıya kaçılmış olduğundan bahsetsem yeter herhalde.
Big Chefs uzun zamandır sevdiğim ama kahvaltısını küçültüp malzemelerini değiştirdiğinden beri kahvaltısını tercih etmediğim bir mekandır benim. Sanki taşınınca her şey değişmiş, samimi cafe ortamı azıcık mekanın yeni yerinden etkilenmiş ve fiyatlara da yansımış gibi...
Yine de tercih sizin :)

Yazının İstanbul kısmı yarın... :)

19 Nisan 2013 Cuma

Sushico

Bazı mekanlar gitmediğin zaman özlenir ya hani, bende uzun zamandır gitmediğim Sushico'yu çok özlemişim.
Dün akşam iş çıkışı gittiğimiz Sushico'da bu özlemden olsa gerek yemediğimiz şey kalmadı ki hatta bazılarının fotoğraflarını çekmeyi bile unuttum :)
Lezzeti her zamanki gibi çok güzeldi, porsiyonlar yeterli ve doyurucuydu ancak servis elemanlarının sayısı eskisine göre az geldi bana.
Yediğimiz King Sushi tabağı inanılmaz lezzetliydi, yanındaki kızarmış çin mantısı ve acı sosuda süper birer başlangıç oldu.
Başlangıçlardan hemen sonra gelen sebzeli noodle çok lezzetliydi ve 1 tanesi yeterli geldi bize, Sarp elleriyle yedi,düşünün lezzeti :)
Ana yemeklerde sarımsaklı Dana eti ve Tai usulü acılı fıstıklı  tavuk yemeği seçimlerimizde bizi yanıltmadı ve damağımızda çok güzel tatlar bıraktı.

Eee bu kadar yedik tatlı yemeden olmaz dedik ve kızarmış dondurma sipariş ettik, dondurması çok lezzetliydi ama asıl dış kaplaması tek kelimeyle harikaydı.

Tüm bu güzel yemeğimize eşlik eden şarap bildiğimiz Kayra kalecik karası oldu.

Fiyatlar kesinlikle ucuz olmamakla birlikte ( 2 kişi 209 Tl geldi hesap ), lezzet için gidilebilir...



18 Nisan 2013 Perşembe

Nisan geldi, yağmurlar hoş geldi...

Noolucak bu havaların hali...geyikleri tüm hızıyla sosyal medyada devam etse de, gerçekten noolucak merak ediyorum, çevremde herkes hastalandı ben de bir şey yok derken, günün ilk saatleri başlayan burun akıntıları benim de kusur kalamayacağımı gösterdi.

Ben bu havaları severim, hem de çok severim, hava sıcak ama kapalı olsun, benim kahvem ve ipadim, okumaya değer blog yazıları olsun bana tüm gün yeter.
Bir de kimse sevmezken bu havalarda Avrupa tatili seven insanım ben, düşünsenize Almanya'da bir köydesiniz şimdi, yağmur ağaçları daha da yeşertmiş, mis gibi toprak kokusu, tertemiz sokaklar ve sımsıcak pastanelerden taşan tatlı ve kahve kokusu...
Gün boyu huzur içinde dolaşabilir insan bu sokakları...



16 Nisan 2013 Salı

biri tatil mi dedi :)

Eylül sonunda gittiğimiz Oktober fest'ten sonra tüm kış Ankara'da oturduk ( gerçekten Ankara'da oturduk İstanbul'a bie 1 defa gitmişiz :) ) ama artık bahar geldi ve gezme zamanları başladı...
Mayıs sonunda ilk durağımız New York, Amerika hiç görmediğimiz bir kıta, yeni bir rotamız oldu yani...

Her neyse Amerika'ya birlikte gittiğimiz kişilerden bazılarının daha önceden gitmiş ve biliyor olması büyük avantaj olsa da ben tüm hız araştırmalarıma devam ediyorum ve şimdiden New York'un en iyi steak'i nerde yenir biliyorum ( geçenlerde Vedat Milor'un bir yazısında rastladığım ve kendine mail gönderdiğimde bana harika tavsiyelerde bulunan Gökhan Atılgan'a teşekkürler ).
Bu arada sırası gelmişken hemen tavsiye etmeden geçemeyeceğim Gökhan Atılgan'ın inanılmaz güzel bir blog'u var okumadan geçmeyin ya da gezmeyin derim ben. Benim gibi gittiğim yerlerde mutlaka en iyisini de bulmalıyım diyenler için harika bir rehber.
Bir fincan kahve doldurun ve başlayın okumaya...

İsmi :Tadım menusu
Adresi : tadimmenusu.blogspot.com

Gökhan bey'den tavsiyeler alındığına göre diğer zevkine güvendiğim bloggerlardanda 1-2 tavsiye beni New York'ta idare eder...

New York'ta yapılacak öyle çok şey var deniyor ki hangisine yetişip hangilerini yapabileceğim bilmiyorum ama sezonu New York'la açmak güzel olacak gibi duruyor...

Diğer en yakın tatil olan Ağustos ayındaki Bayramda yazlıktan Yunan adalarına geçme hayalim ve sonraki Ekim'deki uzun Bayramda ise vazgeçilmez aile tatillerinden Avrupa bizi bekler...
Kuzey Avrupa dışında diğer tüm Avrupa ülkelerine gitmiş olmamız alternatifleri biraz kısıtlasa da en kötüsüyle İtalya var dimi ama :)

8 büyük ve 1 bebekten oluşan bir gruba verilebilecek güzel tavsiyelere hep açığız :)

12 Nisan 2013 Cuma

Sağlık İçin...

Herşey sağlık için :) eee tabii birde güzellik :)

Hep diyetteyim cümlesiyle dolanmam ama son zamanlarda 1 kilo bile verememem noolucak bilmiyorum ama ben spora da düzenli gidiyorum, atıştırmalıklarımı da sağlıklı besinlerden seçiyorum ve artık gerisini pek düşünemiyorum...

Hele birde havalar güzelleşse ve ben  bunları çimenlere uzanıp tüketebilsem harika olacak...
Gelelim neler yediğime; malumunuz çalışan bir annenin yaşayabileceği tüm zorlukları yaşıyorum, uykusuz uzun geceler yaşıyor, sabah erkenden kalkıp işe geliyorum...
İnsülin direnci olan biri olarakta tatlı sevdam ve bitmek bilmeyen tatlı isteklerimde hayatımı pek kolaylaştırmıyor ama artık  önüne geçme zamanı dedim ve neleri sevdiğimi düşündüm.
Mesela kuruyemiş severim sevmesine ama masa başı iş yapınca miktarını ayarlayamadığım bir kasenin hop diye bittiği günler biliyorum ama dün Migros'ta  dolaşırken gördüğüm ve tam benlik dediğim Migros'un kendi markası olan mlife organik ürünleri bizim için ayarlamış ve porsiyonlara bölmüş, bir de yetmemiş hep farklı lezzetlerle sabah,öğlen,akşam diye ayırmış...
Bu sabah kahvaltı sonrası, öğle yemeği arası 'sabah' olanını denedim ; kuru kayısı, iç ceviz ve kurutulmuş vişne vardı içinde. Süper birleşim, yeterli miktar...
Öğlene kadar bu herzaman çantada bulunabilecek, sayesinde kalori mikarı aşılmayacak ara öğün bitti...
Yemekhane yemeklerimiz bazen çok yağlı olabiliyor ve bende Dardanel'in hazırladığı pratik ve kalorisi düşük sadviçleri tercih ediyorum...Her yerde bulunmuyorlar ama Mügros'larda genelde var.
Light seçeneği hafif olduğu için tercih etsem de bazı öğlenler somonlu olanı tam damağıma göre dedirtiyor... Bu arada fiyatlarının da uygun söylemeden edemeyeceğim...


Tabii ben öğleden sonra ara öğün olarak ne yesem diye şimdiden düşündüm ve lezzetini de sevdiğim Activia Kahvaltılık yoğurt aldım, hem tatlı ihtiyacımı  karşılıyor hemde fazla kaloriden koruyor...



 
Bunlar benim kendim için seçtiklerim, sizler de arada deneyip biraz daha sağlıklı beslenebilirsiniz diye önerim...