26 Haziran 2013 Çarşamba

#diren gezi parkı & New York tatili


Yazı yazmayalı tam 1 ay olmuş ama boş 1 ay olmamış...

25 mayısta New York yolculuğu ile başlayan yazmaya ara verme yolculuğum ülkenin haberlerini CNN'de almamız ve döner dönmez tam ortasından kaçırdıklarımızı yakalama çalışmalarımızla devam etti.

1 Haziran'da dönüp git gide daha da kötüleşen manzaraları gördükçe, ara ara ağladım, ara sıra bağırdım ama hep şükrettim... Onların anlayamadığı bir sevgiyle bağlı olan hepimiz için şükrettim, hala iyi insanların yaşadığı her defasında birbirimize yardıma hazır olduğumuzu hatırladıkça şükrettim ve hiç bir gelenin bir ömür kalamayacağını düşünüp yine şükrettim...

Tabii tüm bu olaylara şahit olduğumuz sırada insanın içinden ne yazmak geldi, ne dolaşmak sadece dahil olmak...

Ama güzel şeylerde girmeli aralara dedim ve şimdi ki yazıyı hazırladım.

O kadar sık yurt dışına giderim Amerika'ya bir türlü yolum düşmemişti, düşürememiştim.

Benim sadece 1 haftam olduğu için New York sonrası Washington'a giderken Cem' lere el salladım ve İstanbul uçağında yerimi aldım :)

New York' a THY ile yolculuk ettik ve her şey çok güzeldi. Özellikle de direk New York uçuşu olması yönünden mutlaka tercih edilmeli.

Uçaktan iner inmez yer konusunda Ayşe'nin önceki New York tecrübelerinden yararlanıp bulduğumuz otelimizin bulunduğu Times meydanına gidip eşyalarımızı bıraktık ve çıktık sokağa...

Allah'ım nedir o kalabalık... Times meydanında  filmlerden gördüğümüz panolar dahil her şeyin aynı olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim ki gidince şaşırmayın.

 

Ve tabii gökdelenler... Her yerin gökdelen olduğu gökyüzünü görmenin, güneşin ısısını hissetmenin şans olduğu bir şehir düşünün...New York'tasınız...

Tabii o kadar da kötü değil, buldukları her köşeye, her açıklığa park yapmış adamlar, hem de öyle bizdeki çocuk parklarından değil, huzur içinde dinlenmelik, eğlenmelik, sohbetlik yemyeşil bol ağaçlı parklar...

 

Central Park'tan söz etmeye bile gerek yokken benim favorim Bryant Park oldu, sürpriz doğum günü pastasını da son gün, kareli örtüsü üzerinde Ayşe için orda kestik :)

Amerika'da insanlar sıcak kanlı ve yardımcı, hiç bir zorluk çekmeden dolaşıp alışveriş yapılabilecek ve yapılaşmasından dolayı kolay yaşanabilecek bir şehir bence New York.

 

New York'ta gezilebilecek çok tarihi mekan olmaması bizim gibi kendini kaybeden alışveriş delilerine uygun hale getiriyor şehri. En beğendiğim New York özelliğinin kapı üstlerindeki şemsiye görevi gören brandaya benzer şeylerin ve her terasta bulunan yeşil ağaçların olduğunu söyleyebilirim. Tüm bunları daha rahat görelim dememizle daha önce hiç tercih etmediğimiz 'Sightseeing ' otobüslerinden iki günlük bir tur aldık,  iyi de yapmışız, Rockefellar binasını, Empire State binasını, Wall Street'i, Soho'yu, Brooklyn'i, Harlem'i yani merak ettiğimiz tüm yerleşimleri ve bilmediğimiz çok hoş yapıları görme şansımız oldu. Hatta en fazla paranın nerede olduğunu görmemiz açısından sık sık 'Bank of Amerika ' karşımıza çıktı $$$$ . Soho en beğendiğim semtler arasına girdi diyebilirim, diğer favorimin Central Park civarı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Rehber burada Gossip girl, burada Sex and the City çekildi dedikçe ahh ahh dediğimde doğrudur...Biz hürriyet heykeline gitmedik ama bu otobüsler feribota binebileceğiniz durakta da duruyor.
Bu otobüsler Avrupa'da olmasa da New York'ta denenmeli...

Gelelim yeme - içmeye...

Gitmeden önce çok araştırma yapan ben ilk iki gün kendimi kaptırmış alışveriş yaparken bir mağazada unuttum ve hatırladığım 2-3 restoranla idare etmek zorunda kaldım:(

Ayşe 'lerin ve bir blog yazarının işaret ettiği ' Bubba Gump ' kesinlikle restoranın sevimli havası, lezzetli kokteylleri ve her şeyin karides içermesi dolayısıyla denenmeden dönülmemeli.

Ertesi akşam notlarımdan hatırladığım ' Red Lobster' a düştü yolumuz, harika iki tabak eşliğinde iki kokteyl içtik veee tabaklar o kadar büyüktü ki bitiremedik :) İçeriğinde ıstakoz, yengeç, karides olan karmakarışık kocaman tabaklar seçmiş olmamızda bir neden olabilir tabii:)


 
Sabah kahvaltılarını otelde almayıp dışarda yemeği tercih den biz ya 'Whole Foods market 'denilen organik markette, kimimizin bagel ve peynir seçimleriyle, kimimizinse yoğurt meyve seçimleriyle ya da 'Junior's ' denilen Cheesecake'leriyle ünlü mekanda pancake ile yaptıktan sonra güne başlıyorduk.

Baştan söylemekte fayda var Avrupa'da ki pastane - cafe kültürü Amerika'da olmadığı için saat başı atıştırmak için uygun bir şehir değil New York. Öğle yemeklerinde genelde yine önceden aldığımız tavsiyelerle ' Shake Shack ' ve Johnny Rockets' gibi popüler hamburgercilerde yedik, benim önerim her yerde Cheeseburger yemek olsa da yanında  Johnny Rockets'ta çilekli milkshake içmeden ve Shake Shack'te patates kızartması yemeden dönmemeniz( gitmeden de yeme şansı var artık İstanbul'a da geldiği müjdesi uzun zaman önce duyulmuştu zaten ).

Yine alışverişten döndüğümüz bir gün karnımızın acıkması ve ismini hatırlamam dolayısıyla Times meydanınında ki  'Tony's DiNapoli ' bizi öyle memnun etti ki ertesi akşam Ayşe'nin doğum günü yemeğini de orada yedik. Tabakların inanılmaz büyük olduğu servis elemanı tarafından uyarıldıktan sonra seçimimizi yaptık. Nerdeyse her yemekte Akdeniz'in vazgeçilmezi zeytinyağı, domates ve sarımsak burada da her yemekte yerini almış ve harika tatlar yaratmış. Mutlaka gitmenizi öneririm. İtalyan şarabı sevenler için güzel bir menü de mevcut.

Akşamları yorgun olmamız Blues Bar'a gitme şansımı maalesef olmadı bir sonra ki New York tatiline erteledi. Ama çok iyiler varmış New York'a giderseniz dinlemeden dönmeyin.
New York'ta yürümenin çok rahat olması, köşede kenarda dinlenebilecek parklar olması ve hiç bulunamazsa koskoca Central Park'ta dinlenilebilmesi New York'un rahat gezilmesine ve bol alışveriş yapılabilmesine imkan veriyor.


New York tekrar tekrar gidilebilecek, hatta belli aralıklarla keyifle yaşanabilecek bir şehir. Gitmediyseniz ayarlayın ve gidin derim...
Uzun süre yanımda taşıdığım Sarp'ın göbek bağı da artık New York'ta 'School of Art & Acting ' in bahçesinde gömülü:)
Aa bu arada yazmadan edemeyeceğim!!!
Yavrum: Halan çok ısrar etti ama ben New York Filarmoni orkestrasının bahçesine gömmedim, ilerde bu konuda bir sorun olursa halan beni hatırlatacakmış:) önden bilgilendirme yapmak istedim :)



 












 

 


 

15 Mayıs 2013 Çarşamba

nerden başlasam...

O kadar uzun zaman oldu ki yazmayalı, sanmayın ki unuttum, çok işim vardı çook...
Ama bu karmaşa da bile ara ara hayatın tadını yakaladık ve harika mekanları dolaştık...
Şimdi kısa kısa hepsinden bahsedeceğim...
Evlilik yıl dönümüz münasebeti ile Cem son zamanlarda çok istediğim ama bir türlü kısmet olmayan Sado by' da yer ayırtmış.
İçerisi sevimli hatta biraz fazla sevimli, 'Cem'in tepe home gibi burası' benzetmesi cuk oturdu o kadar yani :)
Ama her şey özenli ve güzel, ayrılan masamızda bizi bekleyen güzel bir yeşil salata ve Ezine peyniri ile başlangıcı yapıyoruz...
Şarap menusu görmek isteyenler için, çoğu balıkçıda olduğu gibi menü gelmiyor ve hasır kocaman bir sepette şarap seçenekleri geliyor...artık fiyatı ne çıkarsa bahtınıza.
Şarap seçimi de yapıldıktan sonra tepside ki mezelerden biz klasik olarak patlıcana, ahtapota ve de deniz börülcesi ne saldırdık.
Hepsi birbirinden lezzetliydi ki ufak gümüş bir gondolda gelen sarımsaklı ekmek yanlarına çok yakıştı.
Ara sıcak olarak kalamar tava ve tereyağında karides yine yüzümüzü kara çıkartmadı ve tabaklar tertemiz olana dek yedik bitirdik.
Balık olarak ise Cem'in seçimi Barbun harika benim seçimim Dil ızgara ise güzeldi. Barbun kesinlikle tavsiye edilir...Yanlarında servis edilen tül kadar ince turp'ta harika sulu ve tazeydi mutlaka deneyin.
Yemek sonrası sipariş ettiğimiz sufle, Türk kahvesi ve geceye damgasını vuran Türk kahvesi yanındaki gül şerbeti ise unutulmaz bir kapanış oldu bizim için.

Yemekler dışında genel olarak restorandan bahsetmem gerekirse garsonlar ilgili ama seviyeli, bizim ödediğimiz hesap kişi için 295 TL biraz yüksek ama tercih edilebilir... En azından özel günlerde mutlaka aklınıza gelsin ve hatta sıcak havalarda gidin ve güzel bahçesinde keyif alın derim ben...

Sonraki hafta ailece fuara gitme telaşı arasında vakit bulup arkadaşım ve bebişlerle gittiğimiz Big Chefs yine aynı güzellikteydi, çok bahsetmeye gerek yok, onlar için Kavaklıdere tarafından üretilen Big Kiss yeterince güzel bir şarap olduğunu fakat ızgara köftenin 27 TL olmasının bir cafe için aşırıya kaçılmış olduğundan bahsetsem yeter herhalde.
Big Chefs uzun zamandır sevdiğim ama kahvaltısını küçültüp malzemelerini değiştirdiğinden beri kahvaltısını tercih etmediğim bir mekandır benim. Sanki taşınınca her şey değişmiş, samimi cafe ortamı azıcık mekanın yeni yerinden etkilenmiş ve fiyatlara da yansımış gibi...
Yine de tercih sizin :)

Yazının İstanbul kısmı yarın... :)

19 Nisan 2013 Cuma

Sushico

Bazı mekanlar gitmediğin zaman özlenir ya hani, bende uzun zamandır gitmediğim Sushico'yu çok özlemişim.
Dün akşam iş çıkışı gittiğimiz Sushico'da bu özlemden olsa gerek yemediğimiz şey kalmadı ki hatta bazılarının fotoğraflarını çekmeyi bile unuttum :)
Lezzeti her zamanki gibi çok güzeldi, porsiyonlar yeterli ve doyurucuydu ancak servis elemanlarının sayısı eskisine göre az geldi bana.
Yediğimiz King Sushi tabağı inanılmaz lezzetliydi, yanındaki kızarmış çin mantısı ve acı sosuda süper birer başlangıç oldu.
Başlangıçlardan hemen sonra gelen sebzeli noodle çok lezzetliydi ve 1 tanesi yeterli geldi bize, Sarp elleriyle yedi,düşünün lezzeti :)
Ana yemeklerde sarımsaklı Dana eti ve Tai usulü acılı fıstıklı  tavuk yemeği seçimlerimizde bizi yanıltmadı ve damağımızda çok güzel tatlar bıraktı.

Eee bu kadar yedik tatlı yemeden olmaz dedik ve kızarmış dondurma sipariş ettik, dondurması çok lezzetliydi ama asıl dış kaplaması tek kelimeyle harikaydı.

Tüm bu güzel yemeğimize eşlik eden şarap bildiğimiz Kayra kalecik karası oldu.

Fiyatlar kesinlikle ucuz olmamakla birlikte ( 2 kişi 209 Tl geldi hesap ), lezzet için gidilebilir...



18 Nisan 2013 Perşembe

Nisan geldi, yağmurlar hoş geldi...

Noolucak bu havaların hali...geyikleri tüm hızıyla sosyal medyada devam etse de, gerçekten noolucak merak ediyorum, çevremde herkes hastalandı ben de bir şey yok derken, günün ilk saatleri başlayan burun akıntıları benim de kusur kalamayacağımı gösterdi.

Ben bu havaları severim, hem de çok severim, hava sıcak ama kapalı olsun, benim kahvem ve ipadim, okumaya değer blog yazıları olsun bana tüm gün yeter.
Bir de kimse sevmezken bu havalarda Avrupa tatili seven insanım ben, düşünsenize Almanya'da bir köydesiniz şimdi, yağmur ağaçları daha da yeşertmiş, mis gibi toprak kokusu, tertemiz sokaklar ve sımsıcak pastanelerden taşan tatlı ve kahve kokusu...
Gün boyu huzur içinde dolaşabilir insan bu sokakları...



16 Nisan 2013 Salı

biri tatil mi dedi :)

Eylül sonunda gittiğimiz Oktober fest'ten sonra tüm kış Ankara'da oturduk ( gerçekten Ankara'da oturduk İstanbul'a bie 1 defa gitmişiz :) ) ama artık bahar geldi ve gezme zamanları başladı...
Mayıs sonunda ilk durağımız New York, Amerika hiç görmediğimiz bir kıta, yeni bir rotamız oldu yani...

Her neyse Amerika'ya birlikte gittiğimiz kişilerden bazılarının daha önceden gitmiş ve biliyor olması büyük avantaj olsa da ben tüm hız araştırmalarıma devam ediyorum ve şimdiden New York'un en iyi steak'i nerde yenir biliyorum ( geçenlerde Vedat Milor'un bir yazısında rastladığım ve kendine mail gönderdiğimde bana harika tavsiyelerde bulunan Gökhan Atılgan'a teşekkürler ).
Bu arada sırası gelmişken hemen tavsiye etmeden geçemeyeceğim Gökhan Atılgan'ın inanılmaz güzel bir blog'u var okumadan geçmeyin ya da gezmeyin derim ben. Benim gibi gittiğim yerlerde mutlaka en iyisini de bulmalıyım diyenler için harika bir rehber.
Bir fincan kahve doldurun ve başlayın okumaya...

İsmi :Tadım menusu
Adresi : tadimmenusu.blogspot.com

Gökhan bey'den tavsiyeler alındığına göre diğer zevkine güvendiğim bloggerlardanda 1-2 tavsiye beni New York'ta idare eder...

New York'ta yapılacak öyle çok şey var deniyor ki hangisine yetişip hangilerini yapabileceğim bilmiyorum ama sezonu New York'la açmak güzel olacak gibi duruyor...

Diğer en yakın tatil olan Ağustos ayındaki Bayramda yazlıktan Yunan adalarına geçme hayalim ve sonraki Ekim'deki uzun Bayramda ise vazgeçilmez aile tatillerinden Avrupa bizi bekler...
Kuzey Avrupa dışında diğer tüm Avrupa ülkelerine gitmiş olmamız alternatifleri biraz kısıtlasa da en kötüsüyle İtalya var dimi ama :)

8 büyük ve 1 bebekten oluşan bir gruba verilebilecek güzel tavsiyelere hep açığız :)

12 Nisan 2013 Cuma

Sağlık İçin...

Herşey sağlık için :) eee tabii birde güzellik :)

Hep diyetteyim cümlesiyle dolanmam ama son zamanlarda 1 kilo bile verememem noolucak bilmiyorum ama ben spora da düzenli gidiyorum, atıştırmalıklarımı da sağlıklı besinlerden seçiyorum ve artık gerisini pek düşünemiyorum...

Hele birde havalar güzelleşse ve ben  bunları çimenlere uzanıp tüketebilsem harika olacak...
Gelelim neler yediğime; malumunuz çalışan bir annenin yaşayabileceği tüm zorlukları yaşıyorum, uykusuz uzun geceler yaşıyor, sabah erkenden kalkıp işe geliyorum...
İnsülin direnci olan biri olarakta tatlı sevdam ve bitmek bilmeyen tatlı isteklerimde hayatımı pek kolaylaştırmıyor ama artık  önüne geçme zamanı dedim ve neleri sevdiğimi düşündüm.
Mesela kuruyemiş severim sevmesine ama masa başı iş yapınca miktarını ayarlayamadığım bir kasenin hop diye bittiği günler biliyorum ama dün Migros'ta  dolaşırken gördüğüm ve tam benlik dediğim Migros'un kendi markası olan mlife organik ürünleri bizim için ayarlamış ve porsiyonlara bölmüş, bir de yetmemiş hep farklı lezzetlerle sabah,öğlen,akşam diye ayırmış...
Bu sabah kahvaltı sonrası, öğle yemeği arası 'sabah' olanını denedim ; kuru kayısı, iç ceviz ve kurutulmuş vişne vardı içinde. Süper birleşim, yeterli miktar...
Öğlene kadar bu herzaman çantada bulunabilecek, sayesinde kalori mikarı aşılmayacak ara öğün bitti...
Yemekhane yemeklerimiz bazen çok yağlı olabiliyor ve bende Dardanel'in hazırladığı pratik ve kalorisi düşük sadviçleri tercih ediyorum...Her yerde bulunmuyorlar ama Mügros'larda genelde var.
Light seçeneği hafif olduğu için tercih etsem de bazı öğlenler somonlu olanı tam damağıma göre dedirtiyor... Bu arada fiyatlarının da uygun söylemeden edemeyeceğim...


Tabii ben öğleden sonra ara öğün olarak ne yesem diye şimdiden düşündüm ve lezzetini de sevdiğim Activia Kahvaltılık yoğurt aldım, hem tatlı ihtiyacımı  karşılıyor hemde fazla kaloriden koruyor...



 
Bunlar benim kendim için seçtiklerim, sizler de arada deneyip biraz daha sağlıklı beslenebilirsiniz diye önerim...

9 Nisan 2013 Salı

Turkcell, Turkcell, Turkcell...

Bugünler de spora yeni başlamış olmam ve dolayısıyla eve döndüğümde kolumu bile kaldıramamam ne yazı yazmamama  ne de bir şeyler pişirmeme  izin veriyor.
Ama ben şimdi çabucak bir özet geçerim ve arayı kapatırız.

Evet spora başladım ve evet bu sefer kararlıyım, sağlıklı olmam için spor şart! Ve zaten değişik olan da bu sefer zevk alıyor olmam :)
Mekanın temizliği, hocaların profesyonelliği ve ilgisi birde eve yakın olması dolayısıyla tercih ettiğimiz spor merkezi Unitedclubs - Zirvekent oldu.
Zaten işten güçten kalan azıcık vaktimi de spor merkezinde geçirir oldum :)

Bu haftanın en güzel olayı da Cem'in günü birlik gittiği İstanbul'dan annemle babamı da alıp getirmesi oldu :) Süper sürpriz...

Haftanın en can sıkan olayı ise Turkcell ile aramda yaşanan dialog tu ki bunu yazmadan geçemeyeceğim. Turkcell'i severim hatta bir sürü kontratlı cihaz almışlığımda vardır. Kuralları bellidir ve iki tarafta uyduğu sürece hiçç sorunsuz kullanırsınız cihazını.
Hatta biz platinum müşteri olduğumuz için ilgili müşteri temsilcileri ve güler yüzlü özel hizmet ekibi de Turkcell'den vazgeçememe nedenlerimizdendir.
Ama bu hafta benim basbas bağırmam sonucunda bile tek bir kişi konuyla ilgili beni arayıp ' kusura bakmayın' demedi ya Turkcell ben bile senden soğuyabiliyormuşum. Konuyu sizle de paylaşacağım ki başınıza gelmesin;
Turkcell'de ( başka Gsm şirketlerinde nasıldır bilmem ) bir TC kimlik nosu ile toplamda 4 cihaz alabiliyorsunuz (telefon, tablet,bilgisayar) ve bunlar sınıflara ayrılıyor. Mesela en yüksek'ten(Ultrabook) 2 adet alamıyorsunuz gibi...
Neyse benim geçen sene 3 cihazım varken aaa bu bilgisayarda pek hoş dememle aldığımız Asus - Ultrabook sonrası kontenjanım doldu ve yeni 1 cihaz almak istiyorsam taksitlerin bitmesini beklemem gerektiği söylendi.
Evettt geldik heyecanlı kısma; benim geçen ay 1 cihaz kampanyam bitti ve ben bana bir iphone5 mi alsak dememle aldım cevabımı ; ALAMAZSINIZ!!!
Nedeni ise hani siz Ultrabook aldınız ya, onu alırken birlikte aldığınız VINN da bir cihaz sayılıyor.
Pekii geldik benim cevabını alamadığım soruya; bu o zaman 5. cihazdı ve bana nasıl sattınız? Bu uyarı bana yapılmadı peki başkalarına yapılıyormuydu?
Ben cihaz almaktan vazgeçtim ama bu olayın peşinde koşuşturmaktan vazgeçmedim. Tüm şikayet formlarını doldurmama rağmen bir VINN satma taktiği olduğuna inandığım bu çirkin olayla ilgili 1 kişi bile dönüş yapmadı!!!
Herneyse ben cihazımı alırım almasına ama Turkcell'den bir daha alırmıyım işte o kısmı muallak...

Bu çirkin olay gün içinde zaman zaman aklıma gelse de öğle yemeği için Tepe Prime'daki Ege restoranı seçmemiz günün bonus'u oldu...
Balık taze, çorba lezzetliydi, salata da bir o kadar çeşitli ve tercih edilebilirdi.Biz acelemiz olduğu için önceden öğle menüsünü telefonla sipariş ettik ve bizi kırmadılar, çorbalar biter bitmez balıklar geldi ve Türk kahvesine yer kaldı...

25 Mart 2013 Pazartesi

ahh Istanbul...

Hafta sonu Cem'in bana doğum günü hediyesi olan ' Tatlı'nın en doğal hali' workshop'una katılmak üzere MSA'ya gitmek için cumartesi sabahtan istanbul'a gittik...
Evde harika bir anne kahvaltısı sonrası, biraz dinlenmece ve hemen yollara koyulmaca tarzında geçti cumartesi günümüz.
Öncelikle doğma büyüme istanbul'lu olan ben, tam 5 aydır İstanbul'a gitmiyormuşum inanamadım... Ne çok yer değişmiş inanamadım. Biz karşıya geçme yolumuzu önce metroyla Kadıköy'e, ordan da vapur'la Beşiktaş'a diye kararlaştırıp çıktık yola. Kartal - Kadıköy metrosu harika olmuş, güle güle kullanın demek istiyorum herkese, çok Avrupai, kullanışlı ve büyük rahatlık. Eskiden neydi öyle hafta sonları minibüs yolu sıkışır, cadde ilerlemez, bizde gideceğimiz yere saatlerce trafikte bekledikten sonra ulaşırdık. Şimdi in- bin 20 dk en fazla...
Tam da Beşiktaş iskelesinde son durağı olan metrodan inip bindik mis gibi deniz kokusunda seyahat edeceğimiz vapurumuza, ne kadar kolaylaşsa da kara yolu, deniz olan yerde vapur vazgeçilmezimdir benim...
Geldikkk MSA karşımda, MSA ( Mutfak Sanatları Akademisi ) 2004 yılında kurulmuş profesyonel aşçılar yetiştirmeyi hedefleyen bir aşçılık okulu. Her ay düzenlenen değişik workshop'lar da da eğlenmek ve öğrenmek hedeflenmiş.
İçeri girer girmez ne kadar profesyonel bir kuruluş olduğu anlaşılıyor, mekan ve eğitmenler hemen kendilerini belli ediyor.
Benim katıldığım workshop hem çok eğlenceli hemde eğitici oldu benim için ama yetti mi derseniz yetmedi!!! Devamı en kısa zamanda gelmeli :))
Nasıl geçtiğini anlamadığım 4 saatin sonunda ellerin kollarım tatlılarla dolu olarak Beyoğlu'nda Cemlerle buluşmak üzere yola çıktım.

Biraz dolaştıktan sonra bir şeyler içelim biraz da manzara izleyelim dedim ve The Marmara'nın üst katlarında bulunan Raika isimli bara gittik, tabiiki Boğaz manzarası bir kez daha hepimize 'İstanbul gibi şehir var mı!!! ' dedirtti.
Pazar sabahı ailece yapılan güzel kahvaltı sonrasında, birazda cadde'ye inelim deyip, benim ısrarlarım sonrası arabayla gidip park bulamayıp geri döndük :))) Olsun dinlenelim biraz dedikten sonra Cem'le güzel bir sahil yürüyüşü ve ardından gelen akşam yemeğinin lezzetinin değişmeyen Nakkaş'ta yenmeysiyle son bulan pazar akşamı, sabah ilk uçakla Ankara'ya döneceğimizi hatırladık ve günümüze son verdik.

İstanbul'un harika bir şehir olduğunu tekrar tekrar hatırlayıp keyifle caddelerde yürürken 1 günlük gezilerin bize yetmediğini anladık...

21 Mart 2013 Perşembe

ama olmaz ama...

Bugünler de iş yerimin hemen yan arazisi üzerinde hummalı bir çalışma var, ne mi yapılıyor tabii ki  bir müdürlük binası, BTK ( Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu ) sığamamış eski yerine taşınalım demiş. Eskişehir yolunda Tepe Prime'ın hemen yakınında olan arsamıza geçelim demişler...
Tamam,demişler ama geçecekleri arazinin üzerinde bulunan güzelim ağaçları kesip kesip yolun kenarına atarak mı illaki bu işi yapmaları gerekirdi anlayamadım.
Zaten her yer bina her yer taş oldu, bas bas bağırıyoruz yok etmeyelim geleceğimizi diye, bir kurum geliyor hiç acımadan onlarca ağacı kesiyor ve hizmet binası yapıyor!!! Yapsınlar yine binalarını arsa onların ama ya ağaçlarımız kesmesinler ya da aktarsınlar başka yerlere...
Geleceğimiz yok oluyor, doğamız kayboluyor diyoruz ama kendi kurumlarımız bunları yaptıktan sonraaaaaaaa....
Benim her sabah eskiden yeşillik alan olan bu arazin yeni olası fotoğrafını görünce ağzımdan sadece 3 kelime çıkıyor...yok artık BTK...

Siz ne dersiniz ne düşünürsünüz bilemem ama bugün çekemediğim fotoğraf yarın sizlere ulaşınca yorumsuz kalmayın derim ben...

19 Mart 2013 Salı

Senin dileğin benim olsun...

Pazar sabahı her zamanki gibi sıcak kahvaltı tabağı eşliğinde yapılan kahvaltı sonrası, Gordion'a gitmedik uzun zaman oldu, hadi bir uğrayalım dedik...
Hamilelik sonrası Gordion annesi şeklinde dolanırken etrafta, günlerce bebek arabasıyla dolandığım koridorlarda şimdilerde Sarp'ın koşturmasını izlemenin ayrı bir keyfini alarak dolandık durduk..

Alınacaklar alındı, çıkma vakti geldi derken, 2 yıl önce de karşılaştığım bir sosyal sorumluluk projesinin tekrarlandığı gördük ve hemen birazcık bilgi aldık.

Bu' Gerçekleşen Dilekler' isimli güzel mi güzel bir proje. Geçen sefer yılbaşı döneminde gerçekleşen, bu sefer ise 23 Nisan'da gerçekleşecek olan bir proje bu.
Çook uzaklarda köy okullarında okuyan çocukların, birer dileğini bir kağıda yazmasıyla başlayan, bazı Leo klüplerindeki gençlerin bu dilekleri toplardığı ve bizim gibi 'onun dileği benim olsun' diyen kişiler tarafından gerçekleşen bir proje bu.
Herşey çok basit aslında, gidiyorsunuz panonun yanına, seçiyorsunuz bir dilek, zaten alışveriş merkezindesiniz hemen alıyorsunuz hediyeyi ve gözünüzü kapatıp hayal ediyorsunuz o çocuğun gülümsemesini..
Maddi yükü çok olmayan ama küçük bir kızın 'kırmızı ayakkabı' dileğinin gerçekleştiği bu proje'yi ben gönülden destekledim, mutlu edebilme fırsatı kaçırılmamalı, yolunuz düşerse o tarafa sizde kaçırmayın derim ben...

18 Mart 2013 Pazartesi

Çay'da buluşalım...Kafes Fırın Filistin...

Hafta sonu geçti geldik pazartesi sabahına...Öyle pazartesi sendromu falan yok bende, her gün gibi bir gün işte, işe git gel'lerin başladığı gün sadece...
Güzel bir hafta sonu sonrası sorun olmuyor pazartesi'ye başlamak..
Hele de benim gibi yaptıysanız kahvenizi alıp başladıysanız yazmalarınıza.
Gelelim hafta sonu yapılanlara...
Cumartesi günü sevgili Kafes fırın ve sosyal medya ekibinin daveti ile Kafes Fırın Filistin çay saatine'ne katıldım. Ben, blogger'lardan Kova Kadınıyım ben http://drycfc.blogspot.com/ , twitter'dan tanınan @kelebenk ile sosyal medya sorumluları Ömer bey ve Kafes fırın'ın tatlı kurucusu Rezan hanım ile birlikte başladık sohbete.Bu arada kimsenin bilmediği ama dinlerken gözlerimizi dolduran Sosyal Sorumluluk projelerine katılımlarını yeni öğrendiğim Rezan hanım'ın bu projelere katılımlarını detayları öğrendikçe defalarca paylaşacağımdan emin olabilirsiniz...

Gelelim Kafes fırın'a, Kafes fırın'ı Ankara'da nerdeyse herkes bilir , bazılar çok sever bazıları ise az, bazıları pahallı bulur bazıları uygun ama herkes tek konuda hem fikir olur Ankara'nın Avrupai yanını ve lezzetlerini Ankara'ya taşıyan nadir mekanlardandır.

Bu sefer de Fransız tatlarına alıştık biraz da İngiliz çayı içelim demişler ve şeker mi şeker bir çay saati fikrini ortaya çıkartmışlar, hani İngiltere'de yüz yıllardır bilinen, kişilerin şık şık giyinip birbirine gittiği, en lezzetli çayların sunulmaya gayret edildiği, yanında da enfes tatlarla süslendiği bir toplantının benzerini hazırlamış bize Kafes fırın.
Bir çay saatinde ne olabilir ki en fazla demeyin sakın, gidip görün diyeceğim tabii ama biraz bahsetmeden olmaz.
Çay saati uygulaması 2 kişinin yararlanabileceği gibi hazırlanmış, fiyatları da 40 tl ve 50 tl olarak 2 seçenekle sunulmuş. İlk başta bu fiyatların kişi başı olduğunu sandığım için çok şaşırmıştım, siz de yanılmayın diye baştan söylemek istedim. Menu'de çok keyifli bir sürü seçeneğin bulunduğu çayın yanı sıra, mini sandviçler, tuzlu mini tartlar, taze mi taze mini danishler, croissantlar, petit fourslar, mekikler ve daha neler neler... Favoriler arasında kısa zamanda girebilecek somon fümeli sandviç için bile gitmeye değer bence:)
Biz bu tatların yanında sırasıyla, Tarçın ve Karanfilli siyah çay ve Lavanta'lı siyah çay içtik, diğer seçeneklere yer kalmadı deneyemedik...Ama aromalı çay istemezseniz devamlı tazelenen mis gibi demleme çayda menu'de mevcut.
Masa'ya gelen sunum hemen insanın gözünü doyursa da biraz fazla geldi bana , ben bile tüm tatlılardan tadamadım :(((  düşünün yani :)) )
Bu harika tatların yanında Rezan hanım'ın hep gülümseyen yüzü ve tatlı sohbeti Kafes fırın'ı neden sevdiğimi bir kez daha hatırlattı ve Kraliçe'ler gibi ağırlandığımız çay saatine tekrar tekrar gelmeliyiz diyerek ve tadı damağımızda kalarak ayrıldık...
 
 


Pazar kahvaltısı başka bir yazıda...

28 Şubat 2013 Perşembe

yeni işler..

Bugünlerde sık yazı yazamama nedenim bir diğer blogum olan www.herzamanpasta.blogspot.com ve facebooktaki Her Zaman Pasta sayfalarım ile uğraşmam. Her zaman pastacı olmayı istemiş bir türlü cesaret edememiştim ama artık tamam, zamanı geldi dedim. Bulduğum her kursa katılıyor, tüm eğitimleri almaya çalışıyorum. Nede olsa ilerde yedikten sonra tadı tamağımda kaldı dedirticek pastalar benim elimden çıkacak...
Bizim yediğimiz katkısız malzemelerden yapılmış pastalar, kurabiyeler, cupcake'ler ve hatta çikolatalar yapıyorum :)
Her şeyin tadı gibi görseli de çok güzel olsun, hediye edilirken bir çocuk kadar mutlu olunsun istiyorum...
Ben yaptıklarımdan çok memnunum, umarım hediye eden ve edilenlerde benim kadar mutlu olur...

25 Şubat 2013 Pazartesi

La Gioia

Pazar sabahı annemleri uğurladıktan sonra mis gibi havayı içimize çektik ve Tunalı'da dolaşmaya başladık, sabah saatlerinde sokakların bomboş olduğu tüm dükkanların kapalı olduğu Tunalı'nın 12 civarı dükkanların açılmasıyla insan akımına uğrayacağını bilemezdik tabii.
Biz çocuk parkında ve sokaklarda takılmayı tercih ettikten sonra kahve içmek için farklı bir yerde mola verelim dedik ve Beymen'in alt katındaki La Gioia'yı seçtik... Eskiden Beymen'in altında bulunan Papermoon bana o kadar itici gelirdi ki, bu mekana da açıldı açılalı hiç girmek istememiştim...
Çok şey kaybetmişim..
Biz sadece kahve içmek için uğradığımızdan enfes filtre kahvesini ve yanında da pastasını tercih ettik. Vişne sosunun tam kıvamındaki ekşiliği, peynirin damakta bıraktığı lezzeti ve çikolatanın geriden gelen aroması... İyi ki denedik dedirten tatlı...
Ve bu lezzete eşlik eden müzik sesi... Özenle seçilmiş bir liste... Tam da Avrupa'dayım dedirten cinsten bir ortam yaratmışlar.
Kibar çalışanları, özenli dekorasyonu ve lezzetleriyle La Gioia Tunalı civarındaki en iyi mekanlardan bir tanesi...
Mutlaka denenmeli, beni artık sık yemekte, kahvede ya da kahvaltıda orda bulabilirsiniz...

15 Şubat 2013 Cuma

Aşkımızın masalı...Garanti Bankası

Bazı firmalara karşı oldum olası sempati duyarım, hizmetleri bazen bunaltıcı, fiyatları pahallı da olsa, her nasıl oluyorsa beni kendilerine bağlarlar bu şirketler... Bunların başında Turkcell gelir mesela, herkes gibi bende faturaların çok geldiğinden, diğer arkadaşlarımın daha az ödediğinden bahseder dururum ama  yıllardır da Turkcell'den vazgeçmem.
Peki Digiturk'e ne demeli (Gerçi aynı aile sayılırlar Turkcell'le). Hep aynı dizileri yayınlamanızdan sıkıldım desemde, taşınmadan önce ilk işim nakil işlemi için onları aramak olur :))

Ve tabii ilk 3'e giren birde Garanti bankası var benim için! Ödemem 1 gün gecikse arasalarda bir gönül bağım var sanki onlara da :))

Bahsettim mi bilmiyorum daha önceleri ama ben tam bir oyun meraklısıyımdır , oyun oynarım, yarışmalara katılırım, yani eğlenceli neler varsa onları arar çıkartırım internetten :))
Bu sabahta aynı şey oldu :) Garanti bankası'nın web sitesinde dolaşırken aşağıdaki linkte yer alan çok sempatik ve eğlenceli uygulamayı gördüm tabii kaçırmadım ve doldurdum boşlukları :)

Bence sizde bakın sizde oynayın sevimli oluyor, günü küçük bir gülümsemeyle başlamanızı sağlıyor :)


http://askimizinmasali.garanti.com.tr/?c=cc88a6ea-1305-45a9-94e2-325bf1004333

13 Şubat 2013 Çarşamba

sevgililer günü...

Oldum olası sevgililer günü yemeklerine gıcık oluyorum, benimde sevdiğim aktiviteler var tabii ama akşam hazır paket programları beni iğreti ediyor ve günden soğutuyor. Yoksa günün anlam ve önemine lafım yok, çok hoş. Hele o kırmızı balonlar yok mu kalp şeklinde kocaman onları gerçekten romantik değil antipatik buluyorum ne yalan söyleyeyim.
Benim sevdiğim sevgililer günü, ufacık maddi değeri kocaman manevi değeri olanlardan. Bir küçük çikolata, tek bir pasta ya da hoş bir film satın alma.
Bu sabah yine e-postalarıma baktığımda onlarca reklam gördüm restoran ve alışveriş sitelerinden gelen. Hani şu 1000 tl pırlanta yüzük al 750 lik biz verelim diyenlerden.
Öncelikle 1000 tl güzel pırlanta nerede var ben bilmiyorum, hadi var sade ve şık( minik demezler şık derler ), o yanındaki hediye  nasıl oluyor!!! Kandırmacanın bu kadarı . Gerçi sorun kandıranda değil kananda. Bide bir reklam var pırlanta yüzük alana aynısı hediye. Niye aynısını versin ki adam kime verecek ikincisini.
Neyse alan alsın bana ne demek lazımken sil sil bitmeyen e-postalar canımı sıkmış anlaşılan.

Tüm bunlardan sonra facebook'ta kenarda küçücük bir reklam gördüm. Kafes Fırın sevgililer günü için bir kurabiye hazırlamış, üzerini de bize boş bırakmış sevgi notumuzu yazalım diye. Bayıldım bu fikre hem kurabiye yemiş oluruz hemde duygularımızı paylaşırız.
Kurabiye'den daha almadım, tadı nasıldır, fiyatı ne kadardır bilmiyorum ama tek bildiğim ben onu hem kocama hemde kendime alırım, yanına da sıcak birer kahve yaparım, gerçek sevgililer gününü yaşarım...


NOT: Kafes Fırın hakkında ilk yazım değil farkındayım ve sonda olmayacak galiba :)