Bu hafta sonu sanki birşeylerin acısını çıkartır gibi eve hiç girmedim, öncelikle cuma akşamı iş çıkışında kuzenimle buluşup İtalic'e gittik ve çok keyifliydi;bir önceki yazımdan farklı olarak bu sefer ki çikolatalı cheesecake'i süperdi:))Kesinlikle tavsiye ederim. Ertesi akşam İstanbul'dan ablam,Ankara'da universite okuyan ama yılda 1 - 2 kez gördüğüm kuzenim ve yakın arkadaşlarla birlikte yemek için Filistin Big Chefs'e gittik,girişimiz hiç beklenmedik bir şekilde hayal kırıklığıydı çünkü yeni işe başladığını düşündüğüm bir bayan bize yer gösterirken çok kabaydı ama kısa sürede bu tatsızlık aşıldı.Yemekler tabiiki çok lezzetliydi,ben Chefs pizza'dan ve yanında şarap olarak ta BiggKiss Rose aldık,fena değildi ama bir daha tercih etmem doğrusu.Ertesi gün arkadaşlarımızın bize teraslarında hazırladıkları kahvaltıda harikaydı açıkcası...
Ve bu cafe cafe dolaştığım haftasonuna gelmişken tüm yolcuları uğurladık ve eşimle Kentpark'taki Gelato Ice Cafe'ye gittik,inanılmaz lezzettliydi.Bugüne kadar yediğim nadir güzellikteki dondurmalardandı ve mutlaka yemelisiniz diyorum. Ben damla sakızlısına(ki bu Cunda'daki kadar harika değil) ve limonlusuna bayıldım, ama tabiiki tercih size kalmış bir sürü seçeneğiniz var.Özellikle cup dondurmalarında gözüm kaldı, mutlaka haftaya gitmeliyim...
Geçen akşam işten çıktıktan sonra Müge'yle buluşmak için Tunalı'ya gittim.Önce birşeyler atıştırdım sonra da dolaşmaya başladım, tahmin bile edemediğim bir kalabalık vardı, herkes tatil havasına kaptırmış kendini.
Biz İtalic'te oturmayı tercih ettik,İtalic bence Tunalı'daki şu sıralar en iyi mekan, kahveleri her zaman aynı lezzette,çalışanlar çok güleryüzlü ve sempatik.Mekanın içi çok hoş, özenle düşünülmüş ve gerçekleştirilmiş bir hayal sanki...
Tabii ki en büyük tutkum olan pastayı her yerde denemişken İtalic'te de cheesecake denemessem olmaz dedim, hayran kalmadım,ama yenebilir,lezzetli. Bir önceki sefer Tiramisu denemiştim o cheesecake'ten çok daha başarılıydı.
Tunalı'da biraz yürüyelim,bir iki parça birşeyler satın alıp,eve dönmeden önce iki çiftte laf edelim diyorsanız bence İtalic iyi bir tercih olacaktır.
Ben sevdim ,inşallah sizde seversiniz...
Geçen hafta pazar günü,güne yakışır aydınlık,ışıl ışıl bir film izlemek istemiştik ve Sex And the City'nin en iyi seçim olduğunu düşünüp,düştük sinema yollarına...
Ben film'i çok beğendim daha doğrusu beklediğimden ne fazla nede eksikti.Pırıltılı sahneler,süper kıyafetler,orta yaşıma geldiğim de sahip olmak isteyeceğim vücutlar ve tabii ki sahip olabilmek için evimin yarısını verebileceğim kıyafet dolabı.
Film boyunca hep bir gülümseme vardı yüzümde,beğendiğm çantalardan mı yoksa mekanlardan mı karar veremedim bende:)
Bugün yapacak bir işiniz yoksa ve hala izlemediyseniz filmi, benden size tavsiye hemen akşam seansına yer ayırtın çünkü herkes 3 saat bile olsa herşeyi bir kenara bırakıp hangisinin kıyafeti bana yakışırdı,yada bende mi bu makyajı yapsam gibi hayata renk katan detaylarla vakit geçirmek ister...
Bugünlerde herkes bir yerlere tatil fotoğraflarını yüklüyor önce kardeşim şimdide ablam:(( ama bizi hiç düşünmüyorlar ki Ankara'da işten eve evden işe gidip geliyoruz ve sadece onlar fotoğraflarına bakıp iç geçiriyoruz...
Benim iznime daha tam olarak 47 gün var:)Geçen sabah burnuma gelen çiçek kokusu bana Ayvalık'taymışım hissi verdi,hani akşam üzeri olupta deniz kenarından yemyeşil çiçeklerin arasından geçerek eve yürünen yolda mis gibi bir koku gelir ya insanın burnuna,işte o kokuydu bana tatil'i hatırlatan ve heyecanlandıran...
Umarım zaman çabuk geçer:))
Geçenlerde bir arkadaşımız kendi restoranını açtı,ellerine sağlık çok ta iyi yaptı.Kendisi aynı zamanda çok iyi bir aşçı olan bu arkadaşımızın yerini hemen ziyaret ettik tabiiki ve herşey çok güzeldi...Umarım her zaman da böyle devam eder.Yeri Ümitköy'de,çok güzel bir villa'da ,yemyeşil bir bahçeye sahip.İnsan içeri girer girmez meze dolabına doğru yöneliyor ve birbirinden lezzetli mezeler arasında kendine kaybediyor doğrusu,Ege'ye dair ne isterseniz var hatta Girit'ten bile güzel meze örnekleri var.Ama sadece mezelerle doymamak lazım daha ara sıcaklar,balıklar var arkadan gelecek...Ve tabii ki birbirinden lezzetli tatlılar.Ben hepsini yiyemedim açıkçası ama her seferinde farklı bir tat bulmak için gidicem...Bu kadar sevgi ve emek harcanmış bir yerden kötü birşey çıkamaz zaten...
Hayatta bu kadar güzel şey varken, neden insan diet yapar ki:(( çünkü eskiden kendine hakim olmamıştırrr...Benim diet'im çok zor geçmiyor esasında, ancak şöyle kocaman bir dilim cheesecake olsada yesem diyorum sık sık,tabiiki sadece hayal ediyorum:)Ama tatile gidene kadar sabretmeliyim,tatil'de kim diet yapar ki???
Bugün yaz tatiline gidebileceğimi öğrendim ve şu anda çok mutluyum.Tatilde değişik mekanlara gidip değişik lezzetler tatmak istiyorum, eğer böyle olursa herşeyi sizinle paylaşacağım...Bu sene yaz tatilimi tabiiki yine zeytinin anavatanı Ege'de geçireceğim ama belki bir değişiklik yapıp Akdeniz'dede bir kaç gün geçiririz:)))
Bu sene tatil boyunca bol bol fotoğraf çekip,sizlerle de paylaşacağım...Şimdiden çok heyecanlıyım...
Yeni bir işe girdim ve (kimseye inanmazdım bunu söylediğinde)hiç zamanım olmadı yazı yazmaya.Bugünlerde kendimle ilgilenmeye karar verdim çünkü kendimi çok ihmal etmiştim,sigarayı bıraktım(ki günde 1 paket içerdim);zor ama oluyor.En zoruda çevrende keyifle sigara içenler varsa düşünme kısmı oluyor;acaba hiç bırakmasamıydım???
Neyse inşallah tekrar başlamam:)
Bunun dışında birde diet'e başladım ki buda çok zor;herşeyi anlıyorum diet yaparken az ye ,hamur işi yeme,çok hareket et ama insan nasıl abur cubur yemeden yaşarki:(( Bakalım çook uzun zaman dayanmalıyım inşallah sigarasız ve çikolatasız bir hayata:))
Amsterdam tatili hakkında yazı yazmak nedense zor geldi bana bu belki diğer Avrupa şehirleri kadar etkilemediği içindir beni.Ama yinede azda olsa bahsetmek istiyorum,biz gittiğimizde çok soğuktu Amsterdam ama bahar yada yaz aylarında gidip görmekte fayda var çünkü Amsterdam'ın en büyük özelliği olan bisitletle gezme keyfine biz varamadık.Buna rağmen bizim de Dam meydanını,coffee shopları vede herkesin bahsettiği Red Light District'i görme fırsatımız oldu:))Binalar görülmeğe değer,kanalların arasında gezmek keyifli.Gece hayatı hiçbir şehirde olmadığı kadar hareketli:))Hediyelik eşyalar diğer Avrupa şehirleriyle kıyaslandığında pahallı ama almadan da olmaz.Bütün bunların dışında her köşede müzeler var ve eğer vaktiniz varsa girebildiğiniz kadarına girin...Çok enteresan bir şehir Amsterdam,gidip görmek gerek.Dönerken muhteşem peynirlerden almayı unutmayın sakın...
Uzun süredir yazılarıma ara vermiştim,bunun sebebi ise ailece yurtdışında tatil'e gitmemizdi;tatil'de Amsterdam ve Berlin'i gezdik,tarih'i hissettik,müzeleri gezdik,yemek yedik,bira içtik ve eğlendik...Hollanda ve Almanya o kadar soğuktu ki biraz ısınmam gerek önce...Tüm aile ile birlikte olmak insanın içini ısıtsa bile -10 derecede gezmek,içine işleyebiliyor insanın...
Bu film 90'ların başında yaşanan ilginç bir hikayeyi anlatıyor.İlk izlemeye başladığımda çokta ilgimi çekmemişti fakat film ilerledikçe Matt Damon'ın canlandırdığı karakter'in(Mark Whitacre) ne kadar ilginç olduğunu anlıyorsunuz ve filme olan merakınız artıyor.Mark çalıştığı şirket hakkında FBI'a ajanlık yapmaya çalışırken kendi ile ilgili bazı sırlarıda ortalığa çıkartıyor...İzlemeye değer...
Barcelona’ya birkaç yıl önce gitmiştik, çok güzel ve eğlenceli bir şehir. Biz şehre biraz uzak fakat bir alışveriş merkezine çok yakın bir otelde kalmıştık(İbis otellerden biriydi kaldığımız otel).Otelimiz çok temiz, güzel ve en önemlisi de metro’ya çok yakındı. Gitmeden önce yaptığımız araştırmalardan birkaç yer öğrenmiştik mutlaka görmemiz gereken; Sagrada Familia Kilisesi,Las Ramblas Caddesi,Barcelona Limanı,Picasso Müzesi ve Park Guell bunlardan bazılarıydı. Günlerimiz çok kısıtlı olduğu için uçaktan iner inmez hemen birer harita aldık,otele yerleştik vede kendimizi yollarda bulduk. Barcelona metrosu bence kolay bir metro. Metro’dan iner inmez bir şeyler yemeliydik ve Paella yemeden olmaz dediğimiz için yerel bir restorana girip çesitli Paella siparişlerini verdik,gerçekten çok lezzetli özelliklede deniz ürünlü Paella yemeden dönmeyin.. Yemekten hemen sonra ilk olarak Park Guell’e gitmeye karar verdik; çok değişik bir mimariye sahip olan bu parka giderken sokak aralarında yürüyen merdivenlere binmemizde bizi çok şaşırttı doğrusu. Park Barcelona’ya hem yukardan bakmanızı sağlıyor hemde daha önce görmediğiniz bir mimaride vakit geçirmenizi. Bu arada Gaudi müzesini gezme fırsatını da bulduk , ama bizi en çok heyecanlandıran aşağı baktığımızda gördüğümüz o şirin Hansel&Gratel evleriydi. Fırsat kaybetmeden birkaç yer daha görebilmek için hemen tekrar yollara koyulduk ve Sagrada Familia Kilise’sini görmeye gittik. Sagrada Familia Kilisesi 1882 yılında Gaudi yapımına başlamış ve fakat 1926 yılında hayatını kaybetmesi sonucunda kilise yarım kalmış ve bir türlü bitmemiş o yüzdende bu kiliseye aynı zamanda ‘Bitmemiş Kilise’ de denmiş. Gaudi,bazilikadaki büyük kulelerden ancak bir tanesinin bitimini görebilmiştir.Kulelerin tasarladıktan sonra bu kulelerin Barcelona’ya gelecek olan gezginler için mükemmel bir karşılama olacağına inandığını belirtmiş ve kulelerin tepesindeki süslemelerin cennet ile yeryüzü arasında bir bağlantı sağlarmış gibi göründüğünü de büyük bir heyecanla ifade etmiş. Bu bazelikadaki gezimizde sona erince hemen yakınlarındaki hediyelik eşya dükkanlarına yöneldik. Tabiî ki en çeşitli hediyelik eşyalar Barcelona’nın futbol takımı olan FC Barcelona’ya ait. Ve tabiî ki sangria. Hediyelerin bir kısmını alıp yola devam ederken karnımızın çok acıktığını fark ettik ve hem gezmeye devam etmek hemde yemek yemek için Las Ramblas’ a yöneldik.Las Ramblas İstanbul’daki İstiklal Caddesine benzeyen uzun bir cadde. Her zaman kalabalık ve canlı, turistler kadar yerli halkın da en sevdiği caddelerden bir tanesi burası Barcelona’da. Las Ramblas’ta size tavsiye edebileceğim en güzel yer La Boqueria; burası esasında bir meyve haline benziyor ancak içeride inanılmaz Deniz Ürünlerinin satıldığı birkaç küçük büfe benzeri yerlerde var ve muhteşem, mutlaka yer bulabilirseniz eğer orda oturup yerel şarapların eşliğinde jumbo karideslerin, muhteşem ahtapotların ve kerevetlerin tadına bakmanızı öneririm. Fiyatlar Türkiye’den ucuz.Ve sizde benim gibi deniz ürünlerini görünce kendini kaybedenlerdenseniz eğer yanınızda bulunan kişiye pasaja girmeden önce size meyve sepeti almanızı unutturmamasını söyleyin. Meyveler ucuz değil ama değer çünkü çok taze ve çeşit bol. Pasaj’dan çıktıktan sonra artık yürümeye halimiz kalmamıştı ve otele geri döndük… O gece güzel bir uyuduk… Ertesi sabah daha çok gezilecek yer olduğu için erkenden kalktık ve kahvaltı için otelin yakınlarındaki yerel bir kafe’ye gittik, herkes kendi zevkine göre bir şeyler seçti fakat Barcelona,,Katalunya bölgesinde olduğu için mutfağı çokta gelişmiş değil. Ve yerel halk değil İngilizce’yi,İspanyolca’yı bile zor konuşuyor,dil Katalunca. Neyse ki enerjik ve samimi bir halkı var el kol hareketleri anlaşmanıza yetiyor. Kahvaltı sonrasında Picasso müzesini bulmak için tekrar metro istasyonuna yürüdük. Yeri çok kolay bulunabildi fakat Barcelona’da giriş ücretleri çokta uygun değil.Yinede değer çünkü bu müze Picasso’nun 3000’den fazla eserini bir arada görebileceğiniz bir müze.Tavsiye ederim.Ve eğer vaktiniz varsa i civarda birde Picasso'nun kafe'si var, burda çok zaman geçirdiği söylendiği için Picasso'nun kafesi denmiş.Biz kafe'yi bulduk ama yer bulamadık:) ve Limanı görmeden dönülmez dediğimiz için hemen Barcelona limanını görmeye gittik, bu liman Akdeniz’in en harekeli limanlarından bir tanesiymiş,görelim dedik. Çok büyük ve ihtişamlı ve sadece bir limandan ibaret değil kültür ve sanat merkezi olarak ta tasarlanmiş. Hava yine kararmıştı ve gruptaki arkadaşlardan bir tanesi ‘Patatas Bravas’ yemek istediği için başladık aramaya, sokak aralarındaki bir restoranda bulduk ve adından da anlaşıldığı gibi karşimiza küp küp kesilmiş yumurtayla kızartılmış ve üstüne sarımsaklı domatesli acılı bir sos dökülmüş patates geldi,daha doğrusu omlet, ucuz bir yemek olduğu için yerel bir yemek herhalde. Daha sonra ayaklarımız bizi yine Las Ramblas caddesine götürdü, hava kararmıştı ve caddeye sanatçılar çıkmış,resimler çiziliyor, pandomimciler turistleri eğlendiriyordu, çok keyifli! Ve eğlencemize orda devam ettik… Otele döndüğümüzde akşam için rezervasyon yaptırdığımız Flamenko gecesine hazırlanmaya başladık, biraz dinlendik ve tekrar şehre döndük. Flamenko izlemek için önceden yer ayırttığımız bara gittik ve Sangria eşliğinde başladık şovu izlemeye, çok hoş bir gece geçirmenin keyfiyle döndük otele. Son günümüz… maalesef Pazar günüydü ve bulunduğumuz bölgede çoğu mağaza kapalıydı ama bu şehri yürüyerek gezip güzel binaları görme fırsatı verdi bize. Bizde de yine Las Ramblas’a gidip hem dolaşır hemde tapas yeriz dedik..Tapas küçük tabaklarda servis edilen çoğunlukla deniz ürünlerinden oluşan mezeler, şarap eşliğinde çok lezzetli ve keyifli oluyorlar. Artık tatil bitmek üzereydi o yüzdende son alışveriş’lerimiz de tamamladık,herkese nerdeyse aynı hediyeyi yani sangria’larımızı da bavula yerleştirdikten sonra otelimizin yanındaki alişveriş merkezinde vakit geçirdik…Biz çok keyifli bir tatil geçirdik,eğer eğlenmek için bir Avrupa şehri arıyorsanız ben Barcelona’yı tercih edin derim….Çünkü Barcelona’da eğlenceye hiç ara verilmiyor…
Uzun zaman bu filmi izlemek istemiştim fakat bir türlü fırsat bulamamıştım.En sonunda geçen gece izledim ve bayıldım,hiçbir film gerçek aşkı bu kadar saf ve duygulu anlatamaz bence.Ayrıca filmde aşk'ın yanı sıra gerçek dostluktan da bahseden çok güzel sahneler var.Film bence hepimize en büyük aşkımızın gerçekte en yakın dostumuz olduğunu bir kez daha anlatıyor...mutlaka izleyin...
Geçen gece bu filmi izledik,bence izleyin...Bence bu film'de herkes kendine göre birşeyler bulabilir;aşk,aile,dostluk,kahkaha yada harika sıcacık bir tatlı:) Film kesinlikle izlerken beni yormadı,sahneler o kadar renkli ki,konusunu beğenmeseniz bile evleri, çimenlerin yeşilini yada o harika tatlıların bulunduğu tezgahları izleyebilirsiniz.Ama herşey den daha önemlisi hangi yaşta olursanız olun içinizden herşeyin en iyisini sizinde hak ettiğinizi geçirebilirsiniz...Vede kahkahalar'la kendinizi mutlu edebilirsiniz.
Herkes bir şeyler söyler Paris için, kimi aşıklar şehri der kimiyse moda şehri ama bana sorarsanız ayrılınca anlam kazanan,insanın ruhuna inmeyi başaran bir şehirdir Paris…İlk gittiğim sene son bahardı aylardan; hafif serin ama yinede kendini sevdiren bir rüzgarı vardı Paris’in. Bende bu rüzgara ve beklemeyen soğuğa karşı gezmiştim tüm şehri. Herkes ne görmesi gerektiğini ve hatta ne hissetmesi gerektiğini bilerek gider Paris’e. Bende de aslına bakarsanız aynı duygular vardı Charles de Gaule havalimanına indiğim anda. Aksam saatleriydi; otelimize vardığımızda, otel Champs-Elysées ile La Defence arasında çok sevimli bir yerdeydi ve çok merkezi olması bizim, Paris içinde çok rahat yürüyerek gezmemizi sağlayacaktı ve de öyle oldu.
Akşam kısa bir yürüyüşle şehri tanıma turundan sonra ki ilk sabah 6;30 da kalkıp kahvaltı ettik ve başladık dolaşmaya…Bir elimizde Paris haritası diğerinde de metro haritasıyla .Eğer ilk defa Paris e gidecekseniz size bir kaç tavsiyem olacak.,Paris çok büyük ve çok fazla görülecek yer var o yüzden de önceliklerinizi önceden belirlemekte fayda var. Benim sizin için önerebileceğin küçük ama çok faydalı bilgiler olacak. Onlara da bir göz atın derim. Paris’e gelen herkesin ilk gün görmesi gereken yer şüphesiz Eiffel kulesi. Paris’in ilk lezzetini alacağınız Eiffel Kulesi’ne yürüyerek keyifli bir yolculuk yapabileceğiniz gibi Paris’in dillere destan metro ağını da kullanarak Eiffel’e kolayca ulaşabilirsiniz. Eğer metroyla gidenlerden olacaksanız, metrodan iner inmez dünyanın en güzel kreplerini yemeniz mümkün. Elinizdeki krep biter bitmez vakit kaybetmeden hemen asansöre doğru yol almakta fayda var. Çünkü bazen bu asansördeki sıra sizin orada 45 dakika beklemenize neden olabiliyor. En üst kata çıkmak 13,00 Euro. Tepeye çıktığınız zaman tüm Paris’i ve gezeceğiniz her yeri tepeden görme fırsatı bulacaksınız ki en hoş görüntüde Eiffel kulesinin hemen altındaki muhteşem yeşilliklerin üzerindeki Parisliler olacaktır. Bu bahçede Parisliler hava güneşli olduğu zamanlarda piknik yapar, kitap okur yada bir şişe şarap ve baton ekmeğine hazırlanmış sandviçleriyle öğle yemeklerini yerler.
Eiffel den hemen biraz aşağıya indikten hemen sonra Seine nehrinin huzur veren sesine doğru yönelmeyi ihmal etmeyin, orada sizi küçük hediyelik eşyalar satan dükkanlar karşılayacaktır. Evinizin bir köşesini çok hoş Paris resimlerinin süslemesini istiyorsanız kaçırmayın derim.
Seine nehrindeki bu alışveriş turundan hemen sonra gözünüz nehrin hemen yanında teknelere takılabilir. Nasıl binilir nereye gider bu tekneler diye. Bunlar günlük gezi tekneleridir sizi Seine nehri üzerinde turlara çıkartırlar ve Paris’i görmek için kesinlikle etkili bir yoldur. Fakat benim size önerim bunların arasından ‘Batobus’ u seçmeniz olacaktır. Çünkü Batobus, Eiffel’le birlikte toplam 8 durakta duran bir gezi teknesidir ve binmeden önce gişeden biletinizi almanız gerekir. Ancak bileti kaybetmeyin çünkü bütün duraklarda inip tarihi mekanları gezdikten sonra tekrar Batobus’e binerken bu bileti göstermeniz gerekir. Biletler iki şekilde satılır günlük (12euro) veya iki günlük (16euro). Size uygun olanı böylelikle seçebilirsiniz ve bu yolla nehrin üzerinden geçip gidebileceğiniz durakta inerek Paris’in bir çok yerini görme fırsatını yakalayabilirsiniz .Batobus’un durakları ;Musee d’Orsay, St-Germain des Pres, Notre Dame, Jardin des Plantes, Louvre,Hotel de Ville ve Champs-Ellysee den oluşur.
Paris’e gitmişken sadece tarihi güzelliklere kapılıp, muhteşem kahvelerden ve şaraplardan içmeyi de ihmal etmeyin…Kahve kültürü çok gelişmiş bir ülkedir Fransa. Bu yüzden de Parisienne denilen Parisliler en iyi kahvenin Paris’te içileceğini savunur. Bazısı süt eklememelisiniz der kimisi ise süt tadını bozmaz der, hangisine inanırsınız bilemem ama şüphesiz damak tadınıza uygun en iyi kahveleri yine Paris’te bulabilirsiniz. Gerisi zevkinize kalmış.. Benim ilk gezimde şans eseri oturduğumuz bir kafe de çok nazik bir servis elemanın önerisini dinleyip ‘Mikado’ dediği bir kahve içmiştim.(Mikado normalde Avrupa’nın her yerindeki marketlerde satılan bizim çubuk krakerin çikolata haline benzeyen bir atıştırmalıktır). Bu kahve küçük bir tepsi üzerindeki üç küçük bardaktan oluşan bir kombinasyonla geliyor masanıza. Bardakların birinde çok özel yapılmış bir krema diğerinde dondurma ve sonuncusundaysa tabi ki enfes Paris kahvesi. Bu arada Mikadoda kremaya batırılmış halde sizi bekliyor.Hepsini karıştırabilir ya da ayrı ayrı içebilirsiniz ama dikkat kahvesi çok serttir.Bu Kafe ye Paris’e her gelişimde mutlaka uğramaya çalışırım ama her seferinde adını unutuyorum. Sadece size gitmek isterseniz diye tarif edebilirim .,Champs-Ellysee meydanından en yukarıya kadar yürüyüp Arc de Triompe’e ulaştığınız da hemen arkasında bir sürü sokağın olduğunu fark edeceksiniz bunlardan Avenue Mac Mahon yönüne doğru ilerleyeni seçip yürümeye devam ederseniz eğer 15 dakika sonra tam köşede bu sevimli Kafe’yi görebilirsiniz. Eğer karnınız da o sıralarda acıktıysa hemen sol tarafa dönüp yolunuza Avenue de Ternes’ten devam etmenizi öneririm o civarda çoksayıda Çin restaurant ı var ve bunların hemen hepsi 2-3 masalık yerler, ama yiyebileceğiniz en lezzetli yemekleri içinde barındırıyor diyebilirim.
İlk gününüzde bu kadar yorulduktan sonra bir- iki kadeh şarap içip erkenden uyumanızı tavsiye ederim. Çünkü ertesi gün tüm vaktinizi alacak olan Versaille sarayına gitmenizi öneririm.Bu saraya Paris tren garına gidip bir bilet alarak ulaşacaksınız ama şaşırmayın. Versaille durağında bir biletçi daha sızı bekliyor olacak ve maalesef yine ücret ödeyeceksiniz bilet için.
.Versaille sarayı hem Fransız tarihi hem de Fransızların yaşantılarını anlamanız için verimli bir gezi olacaktır .İhtişamlı bir saray ve bahçe Versaille’ı ilk tanımlayacak cümleler. Ve bu bahçeye giderken hayran kalacağınızı ve çıkmak istemeyeceğiniz düşünürsek yanınıza mutlaka atıştırmalık bir şeyler almayı unutmayın.
Tabii ki Versaille sarayına kadar gitmişken çevresindeki şirin evleri ve hep gülümseyen insanların yasadıkları huzur dolu sokakları da dolaşıp eğer Fransızca bir kaç kitap sahibi olmak isterseniz oradaki çok tatlı yaşlı insanların sahibi oldukları eskicileri de es geçmeyin derim. Versaille’ın bütün gününüzü alacağını ve oradan da Paris e dönmenin tahmini olarak trenle 45 dakika sürdüğünü düşünürsek bence hem yemek yemek için hem de Paris’e bir kez daha tepeden bakmak için durağınız Sacre-Coeur olmalı, bu bazelika Fransa-Prusya savası sırasında hayatını kaybetmiş Fransızlar için inşaa edilmiştir.Bu bazelikayı çok kısa surede gezebileceğiniz gibi hemen bazelikadan sağa donup dar sokaklardan geçerseniz sizi ışıl ışıl restaurant lar bekliyor olacak. O restaurantlar dan bir tanesinde oturup Fransız yemeklerinin tadına bakabilir çıktığınızda da sokak ressamlarına kendi kara kalem portrenizi çizdirebilirsiniz. Hazır o civardayken otele dönmeden eğer ayaklarınız hala yürümenize izin veriyorsa dümdüz aşağıya yürüyün tabi elinizde mutlaka bir harita olsun. Kısa bir yürüyüş sonrası meşhur Moulin Rouge ‘a ulaşacaksınız. Paris’e gelmişken birazda eğlenelim derseniz hemen bir Lido sov’a bilet alın ama tabi buna önceden karar verip biletlerinizi daha önceden almış olursanız sizin için daha iyi olur..Bugünü de muhteşem Can-can danslarıyla sonlandırdığınıza göre ertesi gün için otelinizin lobisinde ya da odanızda plan yapmaya başlayabilirsiniz.
Daha gezilecek çok yer olsa da Paris’te artık birazcık ta olsa modayla ilgilenme zamanı geldi bence bunun için de en iyi yerler Opera meydanı ile şüphesiz Champs-Ellysee! Öncelikle Opera meydanında dolaşmanızı tavsiye ederim. Bu bölge Paris in o eskimeyen binalarını bozmadan sadece çok büyük mağazaların sonradan binaları eklemek için yaptıkları köprülerden oluşuyor.Burası Paris in en kalabalık ve en gürültülü bölgesi çünkü hem Paris lıler hem de Paris’e gelen turistler bu mağaza da yakalamaya çalışıyor modayı! Bu büyük mağazalardan özellikle Galerie La Fayette’i görmelisiniz ,hiç bir şey almasanız bile mağazaya girdiğiniz anda kafanızı kaldırın ve tavana bakın..O zaman ne dediğimi anlayacaksınız. Gerçekten harikulade bir görüntü.
Malum Paris’te alışveriş uzun sürebilir. Bu bölge de biraz soluklanmak için Galerie La Fayett’in arkasındaki Kafelerde de mola verebilirsiniz Buradaki isiniz bittiyse eğer mis gibi kokan parfümlerin olduğu Champs-Elysee’ye geçin vakit kaybetmeden. Havada karardıysa oradaki ışıltıdan ve dünya devlerinin muhteşem mağazalarında kendinizi kaybetmemeye dikkat edin!
Kısa bir geziyse eğer çıktığınız tur bütün bu yerleri gezerken hiçbir şey anlamayabilirsiniz. Ama işin aslı uçakta dönerken çıkacak emin olun. Kulağınızda nerden duyduğunuzu bilmediğiniz Edith Piaf ‘tan “La vie en Rose” çalarken ne güzel şehirdi ama dediğinizde kendiniz bile şaşıracaksınız , anlamadan sizi nasıl büyülediğini Paris’in. Seneye tekrar gidip, göremediklerinizi görmek gördüklerinizi de tekrar hissetmek isteyeceksiniz.
Daha yeni olduğum için şu anda sadece merhaba demekle yetinicem galiba ama yarın gittiğim yerlerden,yediğim yemeklerden ve herkesin hoşuna gidebilecek bir sürü şeyden bahsetmeye başlayacağım...